İSTANBUL'da bir sinagoga saldırı düzenleniyor. 24 Türkiye vatandaşı yaşamını yitiriyor. Olay yerine ilk gidenler ABD'nin İstanbul Konsolosluğu görevlileri.
Ne alaka?
Saldırıya uğrayan yer Amerika ile ilgili değil. Ölenler arasında Amerikalı yok. Olsa bile o an için belli olan bir şey yok. Acaba fazla bir merak mı?
Hadi onu geçelim.
Ya İsrail'in tavrı.
Ölenlerin 6'sı Yahudi, 18'i Müslüman. Ama tamamı Türk vatandaşı.
İsrail Büyükelçisi olay yerinde.
Yetmiyor, İsrail Dışişleri Bakanı uçağa atlayıp geliyor.
Ne alaka?
Bomba bir kilisenin önünde patlamış olsa tekmil Hıristiyan ülkelerin dışişleri bakanları mı gelecek?
ASAM Başkanı Ümit Özdağ'ın doğru bir tespiti var.
İsrail'in bu tavrı dünyanın her yerindeki Yahudileri hedef haline getiriyor. İsrail politikalarına olan tepkiyi, İsrail'in şiddet politikalarını onaylasın veya onaylamasın dünyadaki bütün Yahudilerin üzerine yöneltiyor.
İsrail, dünyadaki her Yahudiyi kendi korumasında gibi gösterdikçe, Yahudileri tehlikeye atıyor. İsrail yönetimlerinin bunu görmüyor olması mümkün değil.
O zaman İsrail bunu niye yapıyor?
Ne kadar adalet, o kadar köfte
ABDULLAH Gül çok doğru konuşmuş. Türkiye'nin gelişmiş dünya ile entegrasyonunda en büyük engel Türkiye'deki yargı.
İki nedenle engel.
Birincisi evrensel normlarda değil.
İkincisi çok yavaş.
Bunun üzerine bir de ‘‘vicdan-cüzdan’’ ikilemi eklenince durum iyice ürkütücü bir hal alıyor.
Yargının Türkiye'deki özellikle ‘‘ticari davalardaki’’ etkisizliği bu ülkede ‘‘mafyayı’’ yarattı.
Çözülemeyen davalar ve tahsil edilemeyen haklar Türkiye'deki mafyanın bir numaralı ekmek kapısı ve varlık nedeni oldu.
Hukuksuzluk öyle bir boyuta geldi ki, özelleştirme ihalelerinden banka satışlarına kadar pek çok ekonomik meselede ‘‘raconu’’ hukuk değil, mafya babaları keser hale geldi.
Daha da ötesi bugünlerde bir örneğini yaşadığımız ‘‘mafyalaşmış şirketler’’ oluştu.
Bunlar adaletin boş bıraktığı meydanlarda koşturdular.
Yasal sermayenin tek güvecesi olan hukukun yokluğundan faydalanarak, yasal sermayeyi sömürdüler ve yasadışı servetler edindiler.
Gül'ün sözleri çok doğru.
Türkiye'yi AB'ye uyum paketleri sokmayacak, yabancı sermayeyi teşvikler getirmeyecek.
Bu yolu aşmanın tek yolu yargıdan geçiyor.
Başka yolu da yok.
Öyle veya böyle çözüm
BAŞBAKAN Erdoğan'ın Kıbrıs gezisi öncesinde Başbakan'ın güneye geçeceği haberleri geldi. Gazeteler de bu haberi kullandılar. Başbakan ertesi gün bu haberleri şiddetle yalanladı.
Ortada birkaç olasılık var.
Ya Başbakan bu haberlerle ‘‘nabız yokladı’’ ve daha sonra yalanladı. Ya da güvenilir birileri basını yanılttı.
Bence çok da önemli değil.
Ancak benim gördüğüm bir gerçek var ki, hükümette Kıbrıs konusunda iki farklı görüş var.
Bu görüşlerden birini Erdoğan, diğerini Gül temsil ediyor.
Benim izlenimim Gül, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün Türk tarafındaki sorumlusu olarak Denktaş'ı görüyor ve çözüm için Denktaş'ın gitmesi gerektiğini düşünüyor.
Erdoğan ise Kıbrıs'ta çözümün Denktaş tarafından getirilmediği müddetçe olmayacağını düşünüyor ve sorunu Denktaş'a çözdürmek istiyor.
Bu iki farklı yaklaşımın tek ortak noktası ise çözüm.
Hükümet Mayıs 2004'ten önce Kıbrıs'ı çözmek istiyor.
Bu konuda konuştuğumuz Nuri Çolakoğlu ise geç kalındığı düşüncesinde.
‘‘En iyisi bu işi Ecevit-Denktaş ikilisine çözdürmekti’’ diyor.
Ne demek istediğini herhalde anlıyorsunuz.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Saha içindeki ve kenarındaki aptallıkların sorumlusu olarak gayet iyi maç yöneten bir hakemi göstererek aptallığımızı kapatmaya çalışmadığımız zaman.