GEÇENLERDE Murat Demirel’in de adının geçtiği bir yazımdan sonra, Murat Bey bir açıklama gönderip, ‘Ne kadar muteber’ bir adam olduğunu anlatmış ve benim ‘yalan yazdığımı’ iddia etmişti.
Ben de gülmüştüm.
Çünkü beyefendinin ‘yaptıklarının’ ortaya çıkmasında ve içeri girmesinde hayli derin katkılarım vardı.
Amcası cumhurbaşkanı iken hakkında yazmaya başlamıştım ve o yazılar Nail Keçili ile Murat Demirel’in hapsi boylamasıyla sonuçlanmıştı.
Neyse, onlar geçmiş.
Bana ‘noter kanalıyla’ mektup gönderip ‘kendini’ anlatan pırıl pırıl işadamı Murat Demirel Beyefendi, bu mektubun mürekkebi kurumadan Bulgaristan’da ‘kaçak’ olarak yakalandı.
Yanında 124 bin Avro, 25 bin dolar ve 60 lensle. Kendisini yakalayan Bulgar polisine önce 40 bin Avro rüşvet teklif eden Demirel’in teklifi itibar görmedi ve gözaltına alındı.
Burada şaşırtıcı olan böylesi bir rüşvetin nasıl reddedildiği idi.
Öğrendim ki, Murat Demirel Bulgaristan’ın AB’ye uyum çalışmalarının kurbanı olmuş.
Egebank’ın eski sahibi Murat Demirel’in firarı Avrupa Birliği engeline takıldı.
Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girme noktasına gelmesinin ardından AB’nin zorlamasıyla ülkenin İçişleri Bakanlığı rüşvetin kol gezdiği polis teşkilatını yeniden yapılandırma kararı almış. İngiltere’den gelen danışmanlar Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başlamışlar.
İngiliz danışmanların gelmesiyle Bulgar polisindeki rüşvet olaylarının sayısında hızlı bir düşüş kaydedilmiş.
Bulgar polisinin bu reorganizasyon sürecinin farkında olmayan Murat Demirel 40 bin Avro’yu verip kurtulacağını zannetmiş.
Ancak AB standardını İngiliz uzmanlar denetiminde yakalamaya çalışan Bulgar polisi pazarlık sonucu 100 bin Avro’ya kadar çıktığı söylenen bu rüşveti reddetmiş.
Acaba Bulgaristan’ın AB üyeliğinin mağduru Murat Demirel mi, yoksa 100 bin Avro’yu kaçıran polisler mi?
Ve siz hálá Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı mısınız?
Bir de bu Demirel var
SALI akşamı Basketbol Federasyon Başkan adayı Lütfi Arıboğan’ı konuk ettim.
Aslında böyle bir niyetim yoktu, ancak ‘bazı’ medya kuruluşlarının ‘kayıtsız şartsız’Turgay Demirel borazanı haline gelmeleri, ‘adalet’ duyguma dokundu.
Demirel’in ‘dostu’ haline gelmiş gazeteciler, gazetecilik de yapan ‘Demirel dostları’ hep bir ağızdan Demirel korosu oluşturmuşlardı.
Arıboğan ise pırıl pırıl bir adam olmasına rağmen, bu koronun gürültüsü altında kayboluyordu.
Futbol Federasyonu seçimleri söz konusu olunca ‘Bu kadar da uzun süre başkanlık mı olur’ diyen Türk spor basınının bir bölümü, Turgay Demirel’in, Basketbol Federasyonu Başkanlığı’nda 16. senesini doldurmasını ‘olumlu’ görüyordu. Üstelik de, o Turgay Demirel’in döneminde Türkiye’de kulüp basketbolu bitmiş, ligler tükenmiş, üç büyüklerin salonları neşelendiren rekabeti ortadan kalkmış olmasına rağmen.
Ben Lütfi Arıboğan’ı konuk edince, her gün medyada çarşaf çarşaf yer alan Turgay Demirel’in ekibinden aradılar. ‘Bizi de konuk etmeniz lazım’ diye.
Açıkçası kabul etmedim. Çünkü zaten her yerde Turgay Demirel vardı ve Lütfi Arıboğan’ın anlattığı projelerin adını değiştrip anlatmaktan başka bir şey yapmıyordu.
Daha da önemlisi, Turgay Demirel’in soracağım sorulara yanıt vermesi mümkün değildi.
Ne mi soracaktım?
Anlatayım.
Seçim yönetmeliğine göre, federasyon başkan adaylarının vergi ve sigorta borcu olmaması gerekiyor.
Ancak Demirel’in 3 ayrı vergi dairesine geçmiş yıllardan kalan ve sadece ana parası 244 milyar lirayı bulan vergi borcu görünüyor.
Borç bu olabilir.
Ama daha vahimi, Federasyon Başkanı hakkında vergi borçlarından ötürü yurtdışı çıkış yasağı var. Bu yasak defalarca Demirel’in federasyonla ilgili seyahatleri nedeniyle kaldırılmış.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile olan davaları ise ayrı bir hikaye. Demirel, GSGM’ye olan borcunu inkar ettiği için bile çeyrek trilyonluk icra inkár tazminatı ödemeye mahkum olmuş.
Davalar sürüyor.
Ama Türk spor basını bunları hiç yazmıyor.
Varsa yoksa Turgay Demirel.
Bu kadarı da ayıp oluyor. Durduk yerde hiç bizi ilgilendirmeyen bir konuda bizi de taraf haline getiriyorlar.
Fransa’da Bizans edebiyatı sürüyor
FRANSIZ yazar ve tarihçi Gilles Martin Chauffier Le Figaro’da hoş bir yazı kaleme almış.
Aslında yazı Chirac’ın Kürşad Tüzmen’i kızdıran ve bence seviyesiz bir yanıt vermesine yol açan sözlerinin devamı gibi.
Chirac,‘Hepimiz Bizans’ın çocuğuyuz’ demişti. Chauffier ise ‘Türkiye’yi Avrupa’nın dışında düşünmek ve almamak, anne babamızı öldürmek anlamına gelir’ diyor ve tarihi süreci hatırlatarak Bizans’ın ve Anadolu medeniyetinin mirasçısı Türkiye’nin ‘genetik olarak’ Avrupalı olduğunu vurguluyor.
Türkiye’nin Avrupa ile ortak tarihini anlatan yazar, Türkiye’nin AB üyeliğinin Ermenileri ‘moral’ olarak etkileyebileceğini, Brüksel’deki bürokratları mali yönden endişelendirebileceğini ama Türkiye’ye hayır demenin büyük bir ayıp olacağını söylüyor.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Türkiye’nin AB ile müzakereleri sürdüreceği 10 yılda Avrupa kamuoyunun Türkiye’ye en karşı noktalarında bile bir farklılaşma, bir değişim olacak.
2014 geldiğinde olası bir referandumdan korkan taraf biz değil, Türkiye karşıtları olabilir.