MİLLİYET Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, takım tutma konusunda benden kat be kat fanatik Fenerbahçeli dostum Mehmet Yılmaz, geçtiğimiz günlerde spor sayfasındaki köşesinde Seyrantepe’deki arazinin ‘üst hakkının’ Galatasaray’a verilmesini eleştiren bir yazı yazdı.
Yılmaz, kamu kaynaklarının bir kulübe ‘peşkeş’ çekiliyor olmasından ve büyük bir ihtimalle bu kulübün kendi kulübü olmamasından rahatsızlık duymuştu.
Ancak Yılmaz’ın bilmediği bir şey var. Galatasaray Spor Kulübü, o araziyi ‘bedava’ almıyor.
Burada bir proje geliştirebilirse, Hazine’nin o arazi için önceden belirlemiş olduğu parayı verip araziyi satın alacak.
Yani ortada bir peşkeş falan yok. Bu arada bazı Galatasaraylılar, Mehmet Yılmaz’a ve Milliyet Gazetesi’nin ‘eleştirilere açık’ internet sayfasına bazı yazılar yolladılar.
Ne yazık ki, bu yazılar ‘yayınlanmaya değer’ bulunmadı.
Bir tanesini ben buraya alıyorum. Değer mi, değmez mi siz karar verin.
‘Sayın Yılmaz,
...
Bahçedeki Fener belgeselini izlemiş miydiniz? Ne de güzel anlatıyordu Can Dündar, hem Başbakan hem FB Başkanı olan Şükrü Saracoğlu’nun Papazın Çayırı’nı 1 TL’ye Fenerbahçe Spor Kulübü’ne verişini. Hava Kuvvetleri Komutanı’nın transferin son dakikası için uçakla birliğinden futbolcu getirttiğini?
Ne enteresandır ki Fenerbahçe’nin en başarılı olduğu seneler de, o döneme denk geliyor. Kızıltoprak’ta Bağdat Caddesi’ne sıfır mesafede stadyum yapan, imar izinlerini kitabına uyduran FB Spor Kulübü hakkında araştırma yapsanız keşke...’
Mektup daha uzun; ama tamamına gerek yok. Bu kadarı bile yeterli.
Zina meselesini ben mi ortaya atmıştım?
TÜRK basınında dün yer alan başlıkları ve yorumları görünce, bir an ‘Yahu keşke şu zinayla ilgili düzenlemeyi önermeseydim. Türkiye’nin başına ciddi bir bela açacaktım. Allah’tan Başbakan Erdoğan akılcı davrandı da, benim bu büyük yanlışım Türkiye’nin geleceğine mal olmadı’ diyesim geldi.
Başta Sabah olmak üzere bütün gazeteler, ‘Bu büyük sorunu Brüksel’de çözen’ Başbakan’a methiyeler düzüyorlardı. Sanki bu büyük sorunun kaynağı bizzat Başbakan’ın kendisi değil de bir başkasıymış gibi. Gerçekten şaşkınlıkla okudum yazılanları. Üstelik sorun çözüldü; ama gerek Erdoğan, gerekse Türkiye, AB nezdinde büyük güven kaybına uğradı. Sabah Gazetesi’nde bir hanım kızımız da, gerçeklerle hiç bağdaşmayan bir yazı kaleme almış. Yazısında diyor ki: ‘Erdoğan zinayı değil, şartsız raporu görüşme kararını üç gün önce Siirt gezisindeyken almıştı.’ Sanırsın ki, Başbakan bu kararı alınca Sabah Gazetesi’ni arayıp anlatmış. Başbakan’a yaranma yarışında finişi göğüsleyebilecek bir yazı olabilir; ama işin aslı öyle değil. Peki işin aslı ne mi? Onu da aşağıdaki yazıda okuyun.
Blair’in telefonu planı değiştirdi
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel’e gitmeyi planlarken kafasında AB yetkililerini zinayla ilgili düzenleme konusunda ikna etmek vardı.
Geri adım atmayı değil, bu düzenleme konusunda AB’yi ikna ederek zafer kazanmayı ve kamuoyunda AB’ye direnen adam olarak puan almayı düşlüyordu.
Zaten geziye katılacak ‘heyet’ de bu şekilde planlanmıştı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bağlı olduğu Devlet Bakanı Mehmet Aydın, din bilgisi ve entelektüel kişiliğiyle heyetteydi.
Başbakan, Mehmet Aydın’ı heyete alırken, Aydın’ın görüşülecek AB yetkililerini zinayla ilgili maddenin şeriattan kaynaklanan bir düzenleme değil, sosyal gerekliliklerden kaynaklanan bir düzenleme olduğu konusunda ikna etmesini istiyordu.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek de heyete son anda dahil edilmişti. Brüksel’e gideceğini makamında otururken öğrenen Çiçek, evine gidip yedek iç çamaşırı ve takım elbise alacak zamanı zor bulmuştu.
Çiçek de Aydın gibi, zinayla ilgili düzenlemenin hukuki boyutunu anlatacaktı.
Erdoğan bu şekilde AB’yi ikna etmeyi planlıyordu.
Ancak bir telefon, ziyaretin içeriğini ve Erdoğan’ın tavrını kökünden değiştirdi. İngiltere Başbakanı Tony Blair, Başbakan Erdoğan’a ‘direkt’ bir mesaj verdi.
Blair’in, ‘Bir dost’ sıfatıyla Erdoğan’a ilettiği mesaj çok netti:
‘Tayyip, bu işi uzatma. Bu konuda diretirsen işler kötüye gidecek. Bunu AB’ye kabul ettirmen mümkün değil. Tam aksine, bahane arayanların eline koz veriyorsun. Hava tersine dönmeye başladı. Git ve bu konuda ısrarcı olmayacağını söyle. Sen bunu söylersen, AB’den de başka talep gelmeyecek. Ama aksini yaparsan, ben bile arkanda duramam. Türkiye’de bugünkü ortamı bir daha yakalayamaz. Bunları sadece benim değil, Avrupa’daki ve daha uzaktaki tüm dostlarının sana tavsiyesi
olarak al.’Erdoğan’ın Brüksel’de izlemeyi düşündüğü stratejiyi değiştiren işte bu telefon oldu.
Blair’in ortaya koyduğu tablo netti. Israrın anlamı yoktu.
Başbakan, bunu görerek Brüksel’e gitti, yapabileceğini ve yapması gerekeni yaptı.
Strateji Siirt’te falan değil, Londra’da Downing Street 10 Numara’da belirlenmişti.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çok iyi tamir edilmiş de olsa, kırık bir vazonun sağlam bir vazo kadar değerli olmayacağını anladığımız zaman.