Marmaray müteahhidi şartnameyi değiştirmek mi istiyor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
BUGÜNKÜ köşe, yanıtlara ayrılmış gibi oldu ama fikri takip bizim işte esastır.
Marmaray Projesi’nin inşaatına başlanmasıyla balık göçlerinin engelleneceğini yazmış ve ‘Hani bu proje çevreciydi’ diye sormuştum.
Projeyi yürüten DLH’nin Genel Müdürü Niyazi Zalgı aradı.
‘İnşaatın başlaması kesin değil’ dedi ve anlattı.
Aynen benim de dediğim gibi proje aşamasında DLH, 9 Eylül Üniversitesi’yle işbirliği yaparak Marmara ve boğazlardaki balık göçlerini inceletip inşaat için uygun dönemi belirlemiş.
Üniversitenin yaptığı tespitlere göre bahar aylarında Marmara’dan Karadeniz’e, sonbahar aylarında ise Karadeniz’den Marmara’ya doğru bir balık göçü söz konusu olduğu için inşaatın bu dönemlerde yapılmaması uygun bulunmuş. Bu durum ihale şartnamesine de aynen koyulmuş.
Ancak ihaleden sonra üstlenici firma ve Japon ortağı, yeni bir rapor getirmiş.
Buna göre, inşaat yöntemi balıkları rahatsız edecek şekilde olmayacakmış ve inşaat sırasında sürekli gözlem yapılarak balıkların göçünün engellenmesi durumunda inşaat durdurulacakmış.
Bu rapor üzerine DLH, önce Tarım Bakanlığı ile görüşmüş.
Ardından 4 Mart günü İstanbul’da bir toplantı yapılmış ve bu toplantıya üniversitelerin yanı sıra Marmara’daki balıkçı örgütleri de çağrılmış. Görüşler alınmış.
Niyazi Bey, ‘Daha karar verilmedi. Araştırıp inceliyoruz’ dedi.
Araştırmak, incelemek iyidir de anlamadığım üstlenici firmaların tavrı.
Bahar aylarında inşaat faaliyeti yapamayacağın şartnamede yazıyor. Buna göre ihaleye girip alıyorsun.
Sonra da tam tersini yapmak için bir rapor getiriyorsun. ‘Peki o zaman fiyatta indirim yapacak mısınız?’ diye sormak lazım.
Parayı ödemişler ama sonra
GEÇEN hafta Devlet Meteoroloji İşleri’ndeki bir ‘rezaleti’ yazdım. Orman ve Çevre Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve DMİ Genel Müdürü’nün ve aynı kurumun bir uzmanının Helsinki gezisinden ve bu gezinin masraflarını karşılayan firmanın daha sonra aldığı bir ihaleden söz ettim.
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Bünyamin Karaca’dan bir yanıt geldi.
Karaca, 500 kişilik bir konferansa katıldıklarını söylüyor ve şöyle diyor:
‘Söz konusu olayda, ilgili firmanın bizim iznimizi almadan bilgimiz dışında otel masraflarımızı ödediğini haber almamız üzerine gösterdiğimiz hassasiyetin bir sonucu olarak adı geçen firmanın Türkiye temsilcisini bakanlık makamına çağırarak adı geçen firmanın bakanlık görevlileri adına yatırmış olduğu bedel karşılığı 580 Euro’yu ilgili firmanın 25.06.2004 tarihli tahsilat makbuzu karşılığında ödedim. Bu olaydan sonra DMİ Genel Müdürlüğü’nce açılan ihalelerin bu konuyla uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Yazıda bahsedilen 76 adet otomatik istasyon ihalesi ödenek yetersizliğiyle değil bedeli yüksek bulunması sebebiyle makam tarafından uygun bulunmamıştır.’
Karaca, alınmayan cihazlarla Başbakan’ın uçağının atlattığı tehlike arasında bir ilinti bulunmadığını da belirtmiş.
Yanıt bu.
Otelde harcama yapıp parasını ödemeden ayrılmak ve bu paranın başkası tarafından ödendiğini Ankara’ya gelince anlamak hayli ilginç. Ayrıca yüksek bulunan bedelin de hangisi olduğunu anlayamadım.
Çünkü Vaisala firmasının verdiği teklif ile diğer teklifler arasında neredeyse yarı yarıya fark var. Ama yanıt yanıttır. Bilgilerinize sunarım.
İş yapma yaparmış gibi görün
DOLMABAHÇE kavşağındaki kapkaç olaylarıyla ilgili yazıma İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptığı bir açıklamayla yanıt verdi. Emniyet’in açıklamasına göre adı geçen bölgede 12 Mart günü 2 resmi ve 1 sivil ekip görevlendirilmiş. 12 Mart günü seyyar satıcı, dilenci ve cam silen 7 kişi, bir sonraki gün de alkollü olarak dilencilik yapan 1 kişi gözaltına alınmış. Yani Emniyet Müdürlüğü diyor ki, ‘Fatih Altaylı doğruları yazmıyor’.
Hadi ben doğruları yazmıyorum diyelim, pazar günü Vatan Gazetesi’nin İstanbul ekinde yayımlanan fotoğraf da benim yazdıklarımla aynı durumu göstermiyor mu?
Emniyet büyük bir ihtimalle bölgeye birilerini yolluyor ve 7 kişiyi toplayıp götürdükten sonra işinin bittiğini düşünüyor.
Bu mudur önlem, bu mudur caydırıcılık. Polisi görünce dağılanlar, polis gidince yine aynı yerde. Doğru olan, yapılması gereken böylesi hassas ve karanlık noktalarda sürekli bir ekip bulundurmak, en azından bir devriye koymak değil mi? O kadar mı zor?
Ama zaten Emniyet’in yanıtı, bakış açısını ortaya koyuyor.
İş yapma, işini yapıyormuş gibi görün. Amaç suçu ortadan kaldırmak değil. ‘Bakın biz 7 kişiyi gözaltına aldık’ demek.
Sonra birileri daha aynı yerde soyulursa elde ‘koz’ bulundurmak.
Vatandaşı değil, soruşturma ihtimaline karşı koltuğu korumak.
Bu kafayla büyük kentlerin güvenliğine bakınca, önümüze her gün onlarcası gelen soygun ve suç haberlerine şaşırmamak gerek.
Yine vatandaşımız ‘edepli’ de kan gövdeyi götürmüyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Rüyalarımızı gerçekleştirmek için risk almaktan korkmadığımız zaman.