Paylaş
İrin mevkutesi Akit Gazetesi, yine iğrençliğini sergilemiş. Haberin başlığı şöyle:
‘‘Analar ve Mamalar.’’
Bir tarafta cenazelerde çekilmiş şehit anası fotoğrafları, diğer tarafta ise türbanın siyasi simge olarak kullanılmasına karşı tepki yürüyüşü düzenleyen başı açık kadınlar...
İşte ‘‘insan hakkı ve özgürlük’’ kılıfı arkasına saklayamadıkları gerçek bakışları.
Başı açıklar mama...
‘‘Türban takma hakkımıza saygı’’ diyorlar, türban takmayana ise ‘‘mama’’ sıfatını yapıştırıyorlar.
Oradaki ‘‘mama’’nın ne anlamda kullanıldığını hepimiz biliyoruz.
Ama bu alçakları mahkemeye verseniz, ‘‘Biz mama sözcüğünü yabancı dilde anne anlamında kullanmıştık’’ diyecekler.
Bir de utanmadan şehit analarının fotoğraflarından siyasi malzeme yapıyorlar.
Onlar ki, PKK ile işbirliği yapmaktan çekinmeyen, hatta PKK'yı destekleyenler...
Onlar ki, Türkiye'nin PKK'yla mücadelesini haklı görenler...
İşlerine gelince şehit analarını kullanmaya çalışıyorlar.
Ve başı açık olan herkese ‘‘mama’’ diyecek kadar örümcek beyinliler.
Mamalık kılıkta kıyafette mi, yoksa kafada mı?
İran'da bir süre çalışmak zorunda kalan bir dostum anlatmıştı sosyal çürümeyi.
Genelev gibi çalışan ‘‘muta nikáhı’’ evlerini.
Gidiyorsunuz evi işleten mollaya, 1 haftadan 1 aylığa kadar kadın alıyorsunuz.
Bedeli ödüyorsunuz ve molla nikáhınızı kıyıyor.
İşiniz bitince, boş ol deyip geliyorsunuz.
Bunu yapanlar, başları örtülü diye namuslu mu oluyorlar?
Ahlak da, namus da örtmekle ya da açmakla olmuyor.
Mamaymış...
Anlaşılan o başlığı atan kimse, kimi gerçek mamalarla pek içli dışlı.
O yüzden herkesi mama zannediyor.
İranlılar, Amerikan
vatandaşını seviyor
İRAN'daki molla rejimi yanlıları yine kudurdular. Tam Hatemi sayesinde küçük küçük de olsa yumuşama ortamı sağlanır, İran, Batı dünyasıyla olan ilişkilerini ağır ağır yoluna koyarken...
İran'ın Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmeye başlaması, Amerika'da bir süredir kaygı yaratıyordu.
Almanya, İtalya ve Fransa, İran'la bozuk olan ilişkilerini düzeltmeye başlamışlardı.
Türkiye ile İran arasında da bir yumuşama ve ilişkileri normalleştirme süreci yaşanıyordu.
Ancak birdenbire ortaya Amerikan vatandaşı bir türbanlı kadın çıktı.
Üç gün içinde ortalığı öyle bir karıştırdı ki, İran-Türkiye ilişkileri yeniden kopma noktasına geldi.
İran, tek eli yüzü düzgün ve arasında sorun olmaması gereken komşusuyla yeniden ‘‘papaz’’ oldu.
İran sokaklarında bir grup İranlı, ‘‘En büyük şeytan’’ diye nitelendirdikleri bir ülkenin vatandaşı için yürüyüş düzenliyorlar.
Bir Amerikan vatandaşı yüzünden Türk-İran ilişkileri yeniden geriliyor, hatta kopuyor.
Bu işten memnun olan Türkiye değil, İran'ın bugünkü yönetimi değil...
Peki bu işten kárlı çıkan kim acaba?
Akgönenç de Amerikalı mı?
MERVE Kavakçı'nın bir sözü güme gitti. Kavakçı, Amerikan vatandaşlığı gündeme getirilince şöyle bir cümle kullandı:
‘‘Meclis'teki tek Amerikan vatandaşı ben miyim?’’
İlginç bir cümle değil mi sizce?
Daha önce DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in ABD vatandaşı olduğu iddiaları gündeme gelmişti.
Ancak bununla ilgili somut bir belge ortaya çıkmamıştı.
Ancak Amerikan yasaları, ABD'de 500 bin doların üzerinde yatırım yapıp istihdam yaratanlara vatandaşlık hakkı veriyor.
Bu nedenle Çiller'in Amerikan vatandaşı olması muhtemel.
Bu arada bir başka Fazilet milletvekili için de ‘‘ABD vatandaşı’’ olduğu dedikoduları dolaşıyor.
Çünkü aynen Merve Kavakçı gibi Oya Akgönenç de, evlilik yoluyla ABD vatandaşı olmuş olabilir.
Aslen Pakistanlı olan bir ABD vatandaşı profesörle evlenip Amerika'ya yerleşen ve yıllarca orada yaşayan Akgönenç'in ABD vatandaşı olması çok muhtemel.
Gerçi Akgönenç, Merve Kavakçı gibi yapmamış da olabilir.
Çünkü bir Amerikalı ile evlenmek, Amerikan vatandaşı olma hakkını veriyor ama bu bir zorunluluk değil.
Yani kimi Merve Kavakçı gibi gidip, ‘‘Evet, evet ben Amerikalı olmak istiyorum’’ deyip vatandaşlığa geçebilir, kimi ise, ‘‘Hayır ben tabiiyetimden memnunum’’ diyebilir.
İnsan sarrafı
MICROSOFT, gördüğü insanı tanıyan bilgisayar geliştirmiş.
Bu bilgisayarların bir an önce Türkiye'ye gelmesini temenni ediyorum.
En azından bundan sonraki seçimlere kalmadan gelmeli.
Çünkü biz millet olarak gördüğümüz insanları bir türlü tanıyamıyoruz.
Kim madrabaz, kim sahtekár, kim üçkáğıtçı, kim namuslu, kim dürüst, bir türlü ayırt edemiyoruz.
Bu bilgisayar gelirse hiç değilse ona sorarız.
Ancak bizim politikacılar, bu bilgisayarın Türkiye'ye girişini engelleyebilirler.
NE ZAMAN
ADAM OLURUZ?
Meclisimizdekilerin tabiiyetinden kuşku duymamız gerekmediği zaman.
Paylaş