Mafya mı, banka mı?

BDDK, İmar Bankası olayını ‘‘kitaplaştırmış’’. Benimle kan davalı oldukları için sağ olsunlar bu konuyu yıllardır yazan bana bir tane yollamamışlar. Herhalde konuya onlardan daha hákim olduğumu düşünmüşlerdir diye iyi niyetle yaklaşmaya çalışıyorum..

Neyse, BDDK'yı kendi ‘‘kompleksli’’ yapısı ile baş başa bırakıp kitaba döneyim.

Kitap fena değil. Emniyet birimlerinin de desteğiyle İmar Bankası konusu çözümlenmeye çalışılmış.

Bir miktar da çözümlenmiş.

Ancak sistem tam olarak ‘‘organize suç’’ şeklinde çalıştığı için, şu andaki bulgular bir miktar yüzeysel.

Yine de rezaletin büyüklüğünü gösteriyor.

Bu arada İmar Bankası'nda çalışanların da bir profili çıkarılmış.

Okuyunca gerçekten bir mafya örgütlenmesinin izlerini buluyorsunuz.

Bakın BDDK'ya göre İmar Bankası'ndaki bir şube müdürünün özellikleri neler:

Çoğunlukla lise eğitimli. Düşük gelir düzeyinde (sektör ortalamasının onda biri).

Düşük teknik ve profesyonel yeterlilik düzeyinde. Sorgulamayan, soruşturmayan.

Düşük düzeyde bağımsız düşünebilme kapasitesi. İş güvencesine öncelik veren.

Olumlu veya ‘‘olumsuz’’ teşvikle denetlenen. Grup dışında iş bulabilme kapasitesi düşük.

Diğer grup şirketlerinde sistematik olarak aile fertlerine iş yaratma imkanı.

Kuruma bağlılıkla doğru orantılı sağlık yardımı gibi yan faydalar.

Kurumla ters düşülmesi halinde kişisel zarar görüleceği yönünde ‘‘tehdit’’ algılaması.

Kişisel ve profesyonel iletişimin yakından izlenmesi.

Kuruma gerçek bir aidiyet hissi.

Bazıları her şirkette olan ama birkaçı eklenince bir ‘‘mafya’’, bir ‘‘cosa nostra’’ yapısına dönüşen ‘‘bankacılık’’ ya da ‘‘şirket’’ anlayışı.

Önceki akşam konuştuğum Devlet Bakanı Ali Babacan'a 6 milyar dolara yakın paranın nasıl olup da ‘‘görülmeden’’ sistem dışına çıkarıldığını sordum.

‘‘Hiçbir kayıt yok. Hiçbir işlem yok. Büyük ihtimalle paraları toplayıp bavullarla taşımışlar’’ dedi.

Anlaşın Uzanlar çok sayıdaki uçak ve helikopterleriyle bankaya ciddi bir kargo hizmeti vermişler.

Paraların izi ise herhalde uçakların ‘‘uçuş planları’’ ile bulunacak.

Kennedy'yi de ben vurdurdum


GEÇEN hafta Beşiktaş-Galatasaray maçında Beşiktaş'ı favori olarak gördüğümü ancak hakemin de Zago'ya dikkat etmesi gerektiğini yazdım. Zago ile ilgili durumu ilk dile getiren ben değildim. Daha önce de bu konu çeşitli kişiler tarafından dile getirildi.

Türkiye'de hakemler nedense Zago'ya şefkat gösteriyordu. Oysa aynı Zago Avrupa maçlarında anında sarı veya kırmızı kart görüyordu.

Benim bu yazı maçtan sonra olay haline getirildi. Tarafsız spor yazarlığı adı altında, abuk sabuk yazılarla Beşiktaş amigoluğuna soyunan Kazım Kanat, eski Galatasaray 2. Başkanı olan benim tarafsız olmadığımı ‘‘keşfettiğini’’ ifade eden bir yazı yazdı. Bu keşfinden dolayı kendisini kutluyorum.. Ve bu zekásıyla Lucescu'nun Zago'yu benim yazım yüzünden oynatmadığını yazdı.

Bravo bana. Rakip takımı da ben kuruyorum. Kazım Kanat'ın yazısı aslında Kanat'ın ‘‘zavallılığının’’ da belgesi oldu. Ama Kanat benden hazzetmiyor. Çünkü geçen yıl Lucescu ve Serdar Bilgili'ye sezon başında düzdüğü ‘‘sövgüleri’’ sezon sonunda hatırlatmamı affedemiyor.

Hadi o Kazım Kanat. Çok ciddiye almayalım. Ya Deniz Arman'a ne demeli.

O hem Zago'nun oynatılmamasından, hem de hakemin yönetim tarzından beni sorumlu tutmuş.

Ben yazınca böyle olmuş.

Acaba Sevgili Deniz kendi yazdığına kendi inandı mı? Benim böyle bir gücüm var mı?

Varsa niye Galatasaray'ı her sene şampiyon yapamıyorum. Komik olmayın Allah aşkına.

Aslında okudukça hoşuma gidiyor. ‘‘Ben neymişim be’’ deyip kasılıyorum.

NOT: ‘‘Kanatlı’’ Kazım bilmez ama benim Beşiktaş'la ilgili hislerimi Sevgili Başkan Serdar Bilgili iyi bilir. Bazı abuk sabuk adamlara rağmen, Beşiktaş benim Galatasaray'dan sonra en sevdiğim iki takımdan biridir. Başkanı ‘‘Ortamı daha da germenin anlamı yok. Ev sahibi olarak yaptığımız hatalardan dolayı özür diliyoruz’’ cümlesinden dolayı kutluyorum. Benim Bilgili'nin şahsında gördüğüm modern Beşiktaş'a yakışan budur.

Vakit oluverir nakit


TÜRK ordusunun generalleri, Türkiye'nin saygın kurumlarına hakareti bir gelenek ve üslup haline getiren Vakit Gazetesi'ne hep birlikte dava açıyorlar.

Toplamı trilyonları bulan bireysel davalar.

Bu gazeteye karşı yapılabilecek en doğru hareket.

Vakit'le hukuki mücadeleye girişen bu yazarlara ben de tecrübelerimden yola çıkarak bazı tavsiyelerde bulunacağım. Dava sürecinde genelalleri bekleyen zorluklar şunlar.

Öncelikle dava tebligatı yapılırken, gazete dava edilen kişilerin Vakit'te çalışmadığını söyleyecek. Tebligat yapılamayacak. Dava bitecek. Tazminatı tahsile gideceksiniz. Söz konusu kişilerin Vakit'te çalışmadığı söylenecek. Yazıyı göstereceksiniz. ‘‘Faksla geçer. Buraya gelmez’’ denilecek. Maaşını haczetmek isteyeceksiniz. ‘‘Biz ona ödeme yapmayız. Sevabına yazar’’ palavrası sıkılacak. Ev adresini isteyeceksiniz, ‘‘Bilmiyoruz’’ diyecekler. Gazete binasındaki hiçbir malın sahibi gazetenin sahibi olan şirket olmayacak. Telefonundan bilgisayarına kadar her şey başkasının üzerinde çıkacak.

Bütün bu zorlukları aştığınız zaman da gazetede bir gecede isim değiştirecek.

Nereden mi biliyorum. Hepsini yaşadım.

‘‘Akit’’ Gazetesi, bir gecede boşuna mı ‘‘Vakit’’ gazetesi oldu zannediyorsunuz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İdeolojik gözlükler ülkedeki iyiye gidişi görmemizi engellemediği zaman.
Yazarın Tüm Yazıları