ERKAN Mumcu’yu ANAP’taki günlerinden beri izlerim. Bana hep ‘farklı, çağdaş’ bir politikacı gibi görünmüştü.
Ancak yanılmışım.
Ne farklı, ne de çağdaşmış.
Yanıldığımı cuma günü anladım.
ANAP’ın başına geçer geçmez, eski partisi AKP hakkında akıl almaz sözler sarf etmeye başladı.
Oysa iki yıl bakanlık koltuğunda oturduğu, genel başkanının yanında dolaştığı bir parti hakkında bu sözler yakışıksız. AKP’den çok Mumcu’nun kendini yıpratan sözler.
Özellikle, CHP’den AKP’ye geçen milletvekilleri ile ilgili ortaya attığı iddia.
Mumcu, bu transferlerin ‘para karşılığı’ yapıldığını ima eden konuşmalar yapıyor.
Olabilir. Bilmiyorum. Belki doğrudur.
Ama öyle olsa bile bundan Mumcu’ya bir prim çıkmaz.
Çünkü o zaman benim gibiler Mumcu’ya sorarlar, ‘Erkan Bey, madem bu transferler para karşılığı yapıldı ve sizin siyasi etik anlayışınız bu rezaleti kabul etmiyor. Peki o zaman bunu öğrendiğiniz anda neden partiden ayrılmadınız. Neden kıyameti o zaman koparmadınız. Para karşılığı transfer olmuş milletvekilleri ile aynı grup sıralarını aylarca paylaştınız ve hiç rahatsız olmadınız. Şimdi partiden ayrılıp başka bir partinin başına geçince mi aklınız başına geldi.’
Bu sorular aklı başında herkesin aklına geliyor.
O zaman da Erkan Mumcu ‘sıradan, alışageldik, dündür bugün bugüncü’ politikacılardan biri haline geliyor.
Mumcu’nun bu tavırları Mumcu’yu değil, Tayyip Erdoğan’ı haklı çıkarıyor...
Dünya rekoru büyürsen, PKK canlandırılır
HİÇ sevmediğim edebiyattır ‘düğmeye basma’ edebiyatı ama son dönemde PKK ile ilgili gelişmelere bakınca ‘birilerinin düğmeye bastığına’ ben bile inanır oluyorum.
Son bir iki aydır Türkiye içindeki PKK hareketlerinde ciddi bir artış var.
Örgüt, legal uzantılarını da kullanarak giderek ‘siyasi bir tavır’ içine giriyor.
Bayrağımıza karşı yapılan ‘velet saldırısını’ benim gibi düşünenler etkisizleştirme çabasına girince tahriklerin boyutu arttırılıyor.
Son gelişme ‘kabul edilebilir’ sınırların ötesinde.
Diyarbakır’da terör örgütünün lideri adına doğum günü kutlaması yapılıyor, bu gerekçeyle bir ‘fidanlık’ oluşturuluyor. Türkiye’nin 30 bini aşkın gencecik fidanının ölümüne neden olan adamın adına fidanlar dikiliyor. Yetmiyor, Batman’da bir mezarlık kuruluyor. Terör örgütü üyeleri için.
Elbette onlar da bizim çocuklarımız, onlar da gömülecekler. Hatta cenazelerinin belediye araçları ile taşınmasına karşı çıkanlardan değilim ama bu kadarı fazla diyorum.
Çünkü bu kez hazırlanan mezarlıkta terör örgütü legalize edilmeye çalışılıyor.
Ölmüş örgüt üyelerinin mezar taşlarına doğum tarihleri ve örgüte katılış tarihleri yazılıyor. Bütün bunlar açık tahrikler.
Birileri Türkiye’nin birkaç yıldır süren huzur ortamından, dünya rekoru büyümesinden, ekonomik göstergelerin olumluya dönmesinden, toplumsal uzlaşma yolunda atılmaya çalışılan adımlardan rahatsız.
Bunun için PKK yine devreye sokuluyor.
Türkiye’de yine bir ayrışma yaratılmak isteniyor. Bakalım bu kez başarıya ulaşabilecekler mi?
Başbakan’ın ‘basın’la sorunu ne?
BAŞBAKAN ’la yaptığım sohbette Başbakan’dan randevu alamadığı için eleştiri getiren ‘bazı’ gazetecilerin veya yöneticilerin Başbakan’dan gazetecilik dışı taleplerde bulunmayı alışkanlık haline getirdikleri için ‘dışlandıklarını’ öğrendim.
Daha sonra Başbakan’ın çalışma arkadaşlarıyla yaptığım sohbette, daha ilginç bilgiler de elde ettim.
Örnek mi? Anlatayım.
Bir gün bir gazete yöneticisi Başbakan’dan randevu alıyor. Randevuya yanında ‘yabancı’ işadamlarıyla geliyor. Yabancılar büyük bir özelleştirme ihalesi ile ilgileniyorlar. Belli ki aracılık yapılıyor ve bir komisyon indirilecek. Bu kişiye bir daha randevu falan verilmiyor.
Bir diğeri 3 kez Başbakan’a geliyor, üçünde de konu ‘Star Grubu’nun satışı.
Başbakan’a gına geliyor ve onlara da bir daha randevu verilmiyor. Başbakan bunların gazetesiyle ilişkiyi ‘muhabir düzeyinde’ sürdürüyor.
Bir başka sıkıntı ise geçmişte AKP ve Erdoğan’a destek veren ama bugün karşı olan gazeteciler.
Bunlar geçmişteki yakınlıklarının semeresini bugün görmek istiyor, Başbakan’a yakın ayrıcalıklı bir gazeteciler grubu oluşturmak istiyorlar. Başbakan kendilerini arasın, yanında taşısın istiyorlar. Bu da yapılmıyor.
Başbakan’ın şöyle düşündüğü söyleniyor: ‘Geçmişte bu arkadaşlar, biz de siyasilerin kendine yakın gazeteciler oluşturmasına karşı çıktık, bunun yanlış olduğunu söyledik.Şimdi biz bunu nasıl yaparız. Aynı yanlışı nasıl tekrarlarız. Bu arkadaşlar da o günkü fikirlerinde samimi iseler bu düşünceye kapılmazlar. Yok eğer kapılırlarsa onların ayrıcalıklı gazetecilik sistemine değil, ayrıcalıklı gazeteci olamadıkları için o günkü duruma karşı çıktıkları anlaşılır ki, zaten bu kafadaki adamlardan bir şey olmaz.’
Başbakan’la basın arasındaki ilişkilerdeki sorunların temelinde bunlar var. Ama bence Başbakan doğru yolda.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Dürüstlüğün meyvesinin zor olgunlaştığını ama çok lezzetli olduğunu unutmadığımız zaman.