Kimileri yazıyı fazla cüretkár buldular.
Kimileri ise
‘‘yerine oturduğunu’’ düşündüler.
Benim yazı cüretkár da olsa, yerine otursa da, ortaya çıkan somut gerçek, Türkiye'nin
‘‘bölgesel güç’’ olma özelliğini kaybetmeye başladığıdır.
Geçen haftanın gergin günlerinde Ankara'da bir zirve toplandı.
Kuzey Irak'ta meydana gelen gelişmeler üzerine ne yapacağız zirvesi.
Zirvede siyasetçiler ve bürokratlar bir araya geldiler.
Zirve aslında tek bir soruya cevap aramak için toplanmıştı: Kuzey Irak'a girelim mi, girmeyelim mi?
Herkes fikrini söyledi.
Askerler,
‘‘Eğer girilmesi yönünde bir karar alınırsa biz bölgede her türlü operasyonu yürütecek durumdayız. Hiçbir şeyden çekinmeyiz. Hiçbir eksiğimiz yok’’ dediler ve kararı siyasi otoriteye bıraktılar.
Zirvede
‘‘Kuzey Irak'a girmeliyiz’’ diyen bir tek kişi çıktı.
Toplantıya katılan Dışişleri'nin üst düzey bir bürokratı
‘‘Kuzey Irak'a mutlaka girmeliyiz. Bir saat sonra çıkacak bile olsak girmeliyiz’’ dedi.
Herkes şaşırdı. Çünkü Dışişleri'nden böyle çıkış beklenmiyordu.
Dışişleri'nin gerekçesi ise hayli mantıklıydı:
‘‘Eğer bir hamle yapmazsak inandırıcılığımız biter. Türkiye'nin yıllardan beri altını çizdiği ve kendince çok önemli gördüğü bir konuda geri adım atması Türkiye'nin kendine güvensizliği olarak algılanır. Bu çok önemli bir tavizdir ve arkası gelir.’’
Belki kelimesi kelimesine bunlar konuşulmadı ama ana fikir buydu.
Türkiye'nin caydırıcılığını göstermesi ve hamle üstünlüğünü kazanması gerektiği düşünülüyordu.
Ancak bu fikir toplantı sırasında itibar görmedi ve
‘‘Amerika'nın gerekeni yapacağına inanıyoruz’’ denildi.
Dileyelim ki, Amerika'nın bundan sonra bölgede yapacağı her şey, bizim çıkarlarımıza uygun olsun.
Bu düzeydekilerle spor yazılmaz
HINCAL Uluç futbol yazmıyor olmamı köşesinde eleştirmiş.Cuma akşamı karşılaştığımız zaman da yüzüme söyledi.
‘‘Hata ediyorsun. Ortalığı seviyesiz adamlara bırakıyorsun’’ dedi. Haklıydı ama ben de haklıydım.
Türkiye'de sporun ve spor yazarlarının içine düştüğü ortamda spor yazmak içimden gelmiyor.
Çünkü bir spor yazısı yazıyorsun, fikirsiz, düzeysiz, sahtekár, yanardöner ve kılıksız
‘‘görgüsüzlerin’’ malzemesi oluyorsun. Açıkçası ben kendimi
‘‘o’’ düzeyin adamı olarak görmüyorum.
Ama yazınca ister istemez
‘‘atlıyorlar’’ ve düzeysiz bir ortamda
‘‘muhatap’’ olmak zorunda kalıyorsunuz.
Bu yüzden de yazmıyorum.
Ama meydanı boş bulduklarını da zannetmesinler. Kafam çok bozulursa o tiplere ya da tipsizlere haddini bildirmeyi de bilirim.
Kimse merak etmesin.
Sen de merak etme
Hıncal Abi.
NOT: Bu yazıyı pazar günü yazmıştım. Aynı akşam Telegol programında yaşanan rezaletlerin bir bölümünü izledim. Midem bulanınca kapattım. Bu programda daha önce de böyle rezaletler oldu. Birbirlerine galiz küfürler bile ettiklerini duydum. Bu rezaletin spor programı adı altında yayınlanıyor olmasına RTÜK nasıl sessiz kalıyor anlamıyorum. Muzır neşriyat kapsamında gece yarısından sonra yayınlandığı için mi?
Paraları alıyoruz
KIRK kere yazdık hálá anlamayanlar var.
Kürşad Tüzmen'in Irak'a yaptığı gezide yapılan iş bağlantılarının güme gittiğini hálá yazıp hálá söyleyen
‘‘cühela’’ laf anlamamakta direniyor. Bir kez daha yazıyorum, Türk firmaları o gezide yapılan anlaşmalardan gerçekleşen bölümlerin parasını alıyorlar.
Bu anlaşmalar Birleşmiş Milletler garantisinde.
Irak'ın şu anda BM'de 21 milyar doları var ve bu paralar o fondan ödeniyor. Geçen hafta bile ödeme yapıldı. Ayrıca da devletlerin devamlılığı prensibi diye bir şey var.
Yani oradaki borçlar Irak'ın borcu ve savaş sonrasında da ödenecek.
Aynı Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödediği gibi.
Anlamamakta direnenler acaba anladı mı?
Bankacılık yasasında bir önemli ayıp
GEÇTİĞİMİZ günlerde bir banka genç ve başarılı bir çalışanını genel müdürlüğe terfi ettirdi. 15 yıllık bankacıydı ve bu makamı hakkıyla elde etmişti. Yıllarca çalışmış, dünyanın önemli bankacılık merkezlerindeki bankalarda bile genel müdürlük yapmıştı. Atama yapıldı ancak bu bankacı genel müdür olamadı.
Çünkü yeni Bankalar Kanunu'na göre bu başarılı bankacının genel müdür olması imkánsızdı.
Kanuna göre banka genel müdürü olabilmek için üniversitelerin işletme ya da iktisat bölümlerinden mezun olmak gerekiyordu.
Eğer hasbelkader bu bölümlerden mezunsanız ve kanunda öngörülen süre herhangi bir şirkette muhasebecilik yaptıysanız bile banka genel müdürü olabiliyordunuz. Aksi takdirde genel müdür olmanızın önü kapalıydı.
Genç bankacının eğitimi buna uygun değildi. Dünyanın her yerinde banka genel müdürlüğü yapabilirdi. Çünkü pırıl pırıl bir özgeçmişi vardı ve bankacılık alanında başarılarla doluydu.
Ama Türkiye'de yapamazdı.
Oysa işletme veya iktisat mezunu olsaydı, herhangi bir BİT'in muhasebe müdürlüğünden Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü'ne bile geçebilirdi.
Bu saçmalığa izin veren ise Bankacılık Kanunu ve ilgili yönetmeliklerdi.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yükseldikçe komplekslerimizi aşağıda bıraktığımız zaman.