Keşke herkes böyle batsa

DÜN Sabah’ın manşetinde Faruk Süren vardı.‘Saraydan Lojmana’ başlığıyla. Evini satmak zorunda kalan Süren, fabrikasının lojmanında yaşıyordu.

Ne onurlu bir ‘batış’.

Süren’
in içinde bulunduğu durumu yakından bilenlerdenim.

Herkes kulüp başkanlığı unvanını kullanarak iş bitirip zenginleşirken, o tam aksini yaşadı. Galatasaray’daki başarılı dönemi bittiğinde, yöneticilerinin elinde kalan şirketleri de bitmişti.

34 milyon doları bulan borcu için oturup bankalarla anlaştı. Ancak bankalar anlaşmaya ‘tam olarak’ uymadılar.

Borçlara yeni bir vade verdiler; ama toparlanması için gereken krediyi vermediler.

Süren yılmadı.

Türkiye’de banka batıranlar, kanun kaçakları sefahat içinde yaşarken o borçlarını ödemek için yola çıktı.

Yıllarca uğraşıp yaptırdığı, her bir taşında emeği olan evini sattı. Aldığı tüm parayı götürüp bankalara verdi.

İsviçre’de muhteşem bir çiftliği vardı. Onu satışa çıkardı. Müşteri de buldu. Ancak satış, evin bulunduğu kantonun yasalarına takıldı. Çiftliği, bulunduğu bölgenin yerlilerinden biri almak isterse ona satmak zorundaydı. Bunun için de belirli bir bekleme süresi vardı. Bu yüzden satışı gerçekleştiremedi. Gerçekleştirseydi parayı getirecek, borçlarından bir bölümünü daha ödeyecekti.

Oysa o çiftliğin satışından elde edeceği parayı Türkiye’ye getirmeyebilir, o parayla yıllarca yurtdışında yaşayabilirdi.

Tüm zorluklarına rağmen bir yılda borcunun üçte birini, 11 milyon dolarını ödedi.

Bu arada sendikalarla oturdu konuştu. Mağdur olan işçilerinin haklarını ödemek için uğraştı. Ne kadarını becerebildi bilmiyorum; ama çok çabaladı.

Ne bazıları gibi muvazaalı işlemlerle mal kaçırmaya çalıştı, ne de borçlarının üzerine yatıp zevku sefa içinde yaşamını sürdürdü. Ama hiç renk vermedi. Kan kustu, kızılcık şerbeti içtiğini söyledi.

Ve o ‘şahane adam’ görüntüsünden hiç taviz vermedi.

Tüm bunları yazdığım Faruk Süren, zaman zaman ayrı düşünsek de, birbirimize kızsak da, küssek de benim dostumdur.

Ve batarken sergilediği bu görüntü bile bana, ‘İyi ki böyle bir dostum var’ dedirtiyor.

İşyeri açmadı ama tecavüz etti

BELEDİYELER sabıkalılara iş kurdurmayınca, tecavüz olaylarının önüne geçilemiyormuş. Okmeydanı SSK Hastanesi’ndeki mesaisinden çıkarken tecavüz girişimine maruz kalan hemşirenin başına gelenler bunu kanıtlıyor.

Genç kıza tecavüz etmeye kalkışan kişi yakalandı.

Ve hırsızlıktan sabıkalı çıktı.

Bu kez tecavüze yeltenen bu sabıkalı, ‘Okmeydanı Belediyesi’nden (Biliyorum böyle bir belediye yok) ‘işyeri açma ruhsatı’ almamış; ama bu durum suç işlemeye, tecavüze devam etmesi için bir engel oluşturmamış.

Demek ki, sabıkalılara iş vermemek, işyeri açma ruhsatı vermemek, suçu ve tecavüzü önlemiyor. Suçluya caydırıcı bir ceza vermedikçe, cezasını tamamladıktan sonra doğru düzgün bir ‘topluma kazandırma programı’ uygulamadıkça, gerekiyorsa ‘tedavi etmedikçe’, işyeri açma ruhsatı vermeseniz de, işe almasanız da suç işlemeye devam edebiliyor.

Güneydeki belediyelerimizin akıllarını başlarına alması, Adalet Bakanlığı’nın özellikle ruhsal sorunlardan kaynaklanan suçlara karşı bir rehabilitasyon programı başlatması tek çözüm.

Ha, bir çözüm daha var.

Her suç işleyeni asarsanız, ortada sabıkalı kalmaz.

Uyar mı bilmem!

Bir mi, Saydam mı?

ALİ Atıf Bir, kendisini Ali Saydam’la aynı kefeye koyan bir yazara çok kızmış, kükremiş. ‘Ben bu işin eğitimini aldım, o ise piyasadan yetişti’ diyor ve Ali Saydam’ı küçümsüyor.

İkisini de değerlendirecek bir teraziye sahip değilim. İkisinin de sevdiğim, sevmediğim, beğendiğim, beğenmediğim yönleri var.

Ama Ali Atıf Bir’in ‘O mektebini okumadı’ demesini yadırgıyorum.

Ali Saydam, mektebini okumamış olsa da bence değerli bir iletişim uzmanıdır.

Zaten bu nedenle, şirketinin portföyünde Türkiye’nin en önemli holdingleri ve kişileri var.

Mektebini okumaya gelince.

Şimdi bir bilgisayar mühendisi, bir bilgisayar yazılımcısı çıkıp, bilgisayarla ilgili hiçbir okula gitmemiş, hatta üniversiteyi bile bitirmemiş olan Bill Gates için, ‘Microsoft’un patronu Bill Gates, bir halt değildir. Çünkü o mektebinde okumadı; ama ben okudum’ derse ona herkes güler.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Spor kulübü başkanları, öncelikli işlerinin Türkiye’yi AB’ye sokmak değil, kendi takımlarını Avrupa Futbol Federasyonları Birliği standardına getirmek olduğunu idrak ettikleri zaman.
Yazarın Tüm Yazıları