‘Katır inadı’ politika olamaz

BARZANİ bir basın toplantısı yaptı ve baklayı sonunda ağzından çıkardı:

‘‘Kuzey Irak'ta kurduğumuz devletin bir model ve örneğini herkese sunuyoruz.’’ Durum malumu ilam. Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulduğunu ve Türkiye'nin bu fiili durumu görmezden geldiğini 1995'ten beri yazıyoruz. Türkiye bu durumu görmezden geldi çünkü bu durumu kabullenmesi savaş sebebi olarak açıklanmıştı. Ya savaşacaktınız, ya da yokmuş gibi davranacaktınız. Türkiye ikinciyi seçti. Ama Türkiye bir üçüncü seçenek olduğunu hiç düşünmedi. Üçüncü seçenek ‘‘politika değişikliğiydi’’. Yani savaş sebebi sayılan durumu savaş sebebi saymaktan vazgeçmek ve yeni duruma göre bir pozisyon almak.

Türkiye bunu yapmadı.

Pek az sayıda yazar bu ‘‘çekingenliği’’ eleştirdi ve bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye'nin böyle davranmaması gerektiğini yazdı. Ancak Türkiye böyle davrandı. Daha doğrusu Türkiye davranamadı. Tam aksine aşikár olan bir fiili durum için ‘‘kırmızı çizgi’’ demeyi sürdürdü. Sonra çizgiler pembeleşti. Şimdi ise ortada çizgi falan kalmadı.

Oysa şartlara göre politika belirlemek ve gerektiğinde değiştirmek beceridir. Ülkelerin politikaları ‘‘katır inadı’’ üzerine kurulamaz. Politika değiştirmek bir ülkeyi küçük düşürmez. Ama ısrar ettiği politikanın esaslarını yerine getirememek düşürür. Türkiye bölge politikasını değiştirmek zorundadır.

Aksi halde ne Ege'de, ne Kıbrıs'ta hiçbir inandırıcılığımız kalmayacaktır.

Tatlıses ve ilişkileri


PAZAR günü Vatan Gazetesi'nin manşetinde türkücü İbrahim Tatlıses vardı. Dansöz sevgilisi Asena'yı havaalanında herkesin içinde dövmüş.

Vatan da diyor ki: ‘‘Yok mu buna bir dur diyecek?’’

Doğrusunu söylemek gerekirse ben bu konunun artık haber bile olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü döven memnun, dövülen memnun.

Gül gibi geçinip gidiyorlar.

Bize ne!

Şaka değil.

Tatlıses'in bu ‘‘acayip’’ tutumuyla ilgili çok yazdım, çok söz söyledim.

Ama pişmanım. Durup bakınca ‘‘Bana neymiş’’ diyorum.

Çünkü herkes seçtiği doğrultuda yaşıyor.

Tatlıses'in Derya Tuna isimli ‘‘esas’’ sevgilisi vurulunca haber yaptık.

Hastaneye yatırılınca ilk ifadesinde ‘‘İbrahim Bey’’i suçladı.

Sonra geri aldı.

Hastaneden çıkınca ‘‘İbrahim Bey’’ine gitti.

Bağımlı mı? Yooo.

Ekonomik özgürlüğü mü yok? Yoo, Tatlıses'ten daha zengin.

Ama döndü.

Hakeza diğer kadın, Asena diye tanınanı. Bu orta yerde yediği bilmem kaçıncı dayak.

Bir kere de bacağından vuruldu..

Hálá ‘‘İbrahim Bey’’le beraber.

Havaalanında yediği son ‘‘tokat’’tan beş dakika sonra bile öpüşüp koklaşıp ayrılmışlar..

Demek ki, İbrahim Tatlıses'in kadınları böyle istiyor.

Aşkı biraz şiddetli yaşıyorlar.

Bu bir tarz. Alan razı satan razı, döven razı dövülen razı.

Biraz farklı bir ilişki. Ama bize ne.

Bence en doğrusu bunları haber bile yapmamak.

Çünkü hem özel hayata fazla girmek oluyor, hem de bu tür ilişkileri popüler hale getiriyor.

Bence bu yazıyı okuyun


ERTUĞRUL Özkök ile benim farklı tarihlerde yazdığımız yazılar, bazı gazeteciler tarafından iç içe geçirilerek yayınlanıyor.

Yazıları hatırlayacaksınız.

Tazminat davaları ile ilgili yazılar.

Ben diyorum ki: ‘‘Yüzde 99,9'u bir grup tarafından açılmış 2 bin dava ile uğraşıyorum ama dava açılacak diye doğruları yazmaktan kaçmam. Türk adaletine güvenirim.’’

Özkök
de mealen diyor ki: ‘‘Yazı yazmak hakaret etme özgürlüğü değildir.’’

Ve kendisine edilen hakaretlerden aldığı tazminatları belirtiyor.

Bu iki yazıyı paralel kurgu ile yayınlayan meslektaşlarımız Özkök ile benim farklı düşüncelerde olduğumu göstermeye çalışıyorlar.

Oysa durum bu değil.

Tam aksine, Ertuğrul Abi ile ben bu konuda tamamen hemfikiriz.

Üstelik de bugün değil, yıllardır hemfikiriz. Yıllar önce Genel Yayın Yönetmenim'le bu konuyu konuşmuştuk.

Çok yerinde bir uyarısı vardı bana. Abice. Dostça:

‘‘Fatih yazılarında müthiş fikir var. Ama üslubun öylesine sert ki, fikir değil üslup öne çıkıyor. Şu üslubu bir gözden geçirsen. Tabii sen bilirsin.’’

O kadar dostça bir uyarıydı ki.

Gerçekten de, o günden sonra daha dikkatli yazmaya başladım.

Belki de ilerleyen yaşımın, belki kızım Zeynep'in ailemize katılmasının da etkisi vardı.

Zaten Özkök de yazısında isim vermeden bu duruma değiniyor ve ‘‘Bazıları bu üslubu bıraktılar, bazıları sürdürüyor’’ diyor.

Benim üslubum değişti ama içeriğim değişmedi.

Hálá aynı şeyleri yazıyorum.

Ama 30'unda değil, 40'ında bir adam olarak yazıyorum. Bu üslup değişikliğinin nedeni ‘‘tazminat’’ korkusu değil. Kimileri buna ‘‘büyüme’’ diyor, kimileri ‘‘olgunlaşma’’.

Türkiye'nin en genç köşe yazarıydım. Okurların gözü önünde ‘‘büyümek’’ kolay değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Dini siyasete alet edenler, kendilerine ders veren din adamlarına hakaret etmedikleri zaman.
Yazarın Tüm Yazıları