İşler hiç de kötü değil

HAZIR giyimde markalaşma savaşı veren Yalçın Ayaydın'la sohbet ediyorduk.

Abu Dabi'de açtığı mağazanın en iyi ciro yapan mağazası olduğunu, şimdi Abu Dabi'de ikinci mağazayı ve ardından da Londra'da ve Paris'te birer mağaza açacağını anlatıyordu.

Londra ve Paris'te en ünlü markaların bulunduğu caddelerin üzerinde mağaza aradığını, olunacaksa buralarda olunması gerektiğini söylüyordu.

Keyifle dinledim.

‘‘Ama herhalde iç pazarda işler kötüdür. Piyasa kan ağlıyor’’ dedim.

‘‘Yooo’’ dedi, ‘‘Doğrusunu söylemek gerekirse iç piyasada markasıyla satış yapanlar için çok iyi bir sezon geçirdik. Son 15 gün savaş nedeniyle biraz kötüydü ama yine toparlamaya başladı. Nisan 15'ten sonra sorun kalacağını zannetmiyoruz. Tam gaz üretimdeyiz’’ dedi.

Sadece kendisi yani İpekyol için değil, aynı dernek çatısı altında bulunan, Damat Tween, Kiğılı gibi tanınmış başka markalar için de konuşuyordu.

‘‘Hesabını kitabını iyi yapan, geleceğe dönük proje üretenlerin sırtı yere gelmez’’ dedi.

Ayaydın'dan ayrıldıktan sonra önüme bir haber geldi.

Bazen başkalarının şanssızlığı sizin şansınız olur ya, tam o türden bir haber.

Uzakdoğu'daki SARS salgını, Türk tekstilinin işine yarıyordu.

Salgından korkan Avrupalı markalar üretim siparişlerini Türkiye'ye kaydırıyorlardı.

Durum bazılarının bizi inandırmaya çalıştığı kadar kötü değildi.

Paniğe kapılanlar aslında bugüne kadar devleti sövüşleyerek yaşamaya alışmış olan kesimdi.

Devletin malı tükenmek üzereydi ama kendi ayakları üzerinde durmaya çalışanlar için yol bitmemişti.

Türkiye zarar edince mutlu mu oluyorsunuz?


IRAK'a yapılan ticaret gezisi hakkında ‘‘olumlu’’ görüş beyan eden ender gazetecilerden biriydim. Ancak son dönemlerde Irak'a giden tek köşe yazarı da bendim.

Gören ve bilen biri olarak farklı düşünmem normaldi.

Ancak o gün yazdıklarımdan dolayı bana ‘‘kin tutan’’ bazıları şimdi hatırımı soruyor ve ‘‘Ne oldu sizin övdüğünüz gezi. Boşa gitmedi mi?’’ diye soruyorlar.

Çok biliyorlar ya!

Birincisi benim gezim değil, benim gazeteci olarak gözlem yapmak üzere gittiğim bir geziydi, ikincisi bu gezi boşa gitmedi.

Çünkü o gezide yapılan anlaşmaların tamamı Irak Devleti ve Birleşmiş Milletler onayıyla yapıldı.

O anlaşmaların garantisi Birleşmiş Milletler. Para Birleşmiş Milletler'in ‘‘Gıda Karşılığı Petrol Programı’’nda. Yani Türkiye o işten birkaç yüz milyon dolar para kaybedecek diye boşuna sevinmeyin. Belki biraz kayıp olacak ama tamamı değil.

Ancak bana bu ‘‘imalı’’ soruları soranların Türkiye'nin zarar etmesinden, Türkiye'nin para kaybetmesinden ‘‘ne mutluluk duyduklarını’’ doğrusu çok merak ediyorum.

Televizyon değil gazeteler karamsar


SEVGİLİ Tufan Türenç'in televizyonlarla ilgili eleştirilerini okudum.

Savaş haberlerinin televizyonlar tarafından abartılarak ve mesleki kurallar ihlal edilerek sunulduğunu öne sürüyordu.

Kanal D Haber olarak üzerime alınmak gereği hissetmedim. Ancak Türenç'in birkaçı hariç televizyonların hakkını yediğini düşünüyorum.

Bence olay tam böyle değil.

Özellikle ben Kanal D'de savaş konusunda fazlasıyla duyarlı davrandığım kanaatindeyim.

Öncü ve belirleyici haber bülteni olarak savaşın başladığı gün bile tam gün yayın yapmadım.

Saat 11.00'de yayını keserek Seda Sayan'ın eğlendirici programının başlamasına olanak sağladık.

Ekstra savaş haberleri vermedik.

Bir sonraki gün savaş haberlerini saat 09.00'da kestik ve normal yayına başladık.

İçerik olarak çok önemli askeri uzmanların görüşlerini alarak haberlerimizi hazırladık.

Ve topluma gereksiz bir karamsarlık aşılamaktan kaçındık.

Kamuoyunun büyük bölümü televizyonların bu tavrının farkında.

Ben de tam aksine gazetelerin bu konuda sınıfta kaldığını düşünüyorum.

Gazeteler uzun süreden beri aşırı bir karamsarlık pompaladılar.

Bunu ben söylemiyorum, vatandaş söylüyor.

Geçen hafta bir yemekte beraber olduğum bir reklamveren ‘‘Gazeteler moralimizi o kadar bozuyor ki, reklam vermek istemiyoruz. O kadar karamsar haberin içinde malımızın görünmesi olumsuz etki yapıyor’’ dedi.

Sevgili Tufan Abi'den ricam son 1 ayın gazetelerini alsın önüne koysun.

Bir o haberlere baksın, bir de her gün cıvıl cıvıl yayın yapan, dizilerini, eğlence programlarını sürdüren televizyonlara.

Sonra yargısını bir daha gözden geçirsin.

Rica ediyorum.

Ne demek protesto


POWELL Ankara'da dolaşırken bir grup gazeteci sırtlarını dönmüşler.

Şimdilerde moda bu: ‘‘Muhabir protestosu’’.

Birisi mahkemeden çıkıyor, muhabirler kameralarını yere bırakıyor ve protesto ediyorlar.

Böyle saçmalık görmedim.

Orada protesto edilen kişi değil, meslek protesto ediliyor.

Ne demek kamerayı yere bırakmak, ne demek fotoğraf çekmemek.

Sorduğun soruyla protesto et, ilginç bir fotoğraf açısı yakala protesto et.

İşini yapmayarak protesto etmek neyin nesi!

Okur, izleyici senden haber bekliyor.

Sen çekmiyorsun.

Neden?

‘‘Protesto ettim.’’

Böyle protesto olmaz. Böyle protesto meslek ahlakına sığmaz.

O an Powell vurulsa, kimsede görüntü yok.

Çünkü protesto ediyorlar.

Eğer benim bir muhabirim böyle bir protesto anında bir önemli kareyi kaçırırsa o gün işine son veririm.

Mesleğine saygı göstermediği için.

İmama kızıp, cami duvarına işediği için.

(Bu yazı 4 gün önce yazılmış, ancak sayfada yer bulamamıştır.)

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bazı savaşlarda iki tarafın da haksız olabileceğini kabullendiğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları