Irak'ı üçe bölmeyi önerenler var

YANIBAŞIMIZDA, Irak'ta Amerikan müdahalesiyle bölge dinamikleri yeniden şekillenirken, Türkiye kendisi açısından hayati önem taşıyan bu konuya son derece ‘‘uzak’’ kalıyor.

Türkiye'nin iç siyaset malzemesi haline getirilen Irak konusunda takındığı tavır ve yürüttüğü tartışmalar son derece yüzeysel. Geçmişten bihaber, geleceği yorumlamaktan aciz bazı ‘‘kafalar’’ Irak meselesini ‘‘komşu ülke’’, ‘‘Müslüman ve dost ülke’’ çerçevesinde ele alıp, bunun üzerine biraz da ‘‘Amerika istedi diye bu da yapılır mı?’’ popülizmi ekleyerek değerlendirme yapıyor, karar alıyorlar. Oysa yanıbaşımızda Türkiye'yi orta ve uzun vadede derinden etkileyecek gelişmeler oluyor.

Irak'ta ABD'nin giderek batağa saplandığını hep birlikte izliyoruz.

Bu batakla birlikte farklı teoriler ve çözümler de gündeme geliyor.

Kudüs İbrani Üniversitesi'nin ‘‘Siyaset Bilimi’’ öğeretim üyelerinden Profesör Shlomo Avineri'nin geçen hafta yayımlanan bir makalesi, ‘‘nelerin olabileceği’’ konusunda önemli ipuçları içeriyor.

Prof. Avineri, makalesinde diyor ki, ‘‘Osmanlı bugün Irak diye bildiğimiz bölgeyi üçe bölerek demir bir yumruk altında yönetmişti. Bugün bunu bu şekilde yapmak mümkün değil. Ancak bu kadar etnik ve dini bölünmüşlüğün olduğu bir yeri ancak üç ayrı devlete bölerek düzene sokmak mümkün’’.

Kudüslü profesörün önerisi, Irak'ı Kuzey'de Kürt, Bağdat'ta Sünni, Güney'de ise Şii ağırlıklı üç devlete ayırmak. Bu öneri savaş öncesinde de korkulan bir durumun, saygın bir profesör tarafından dile getirilmesinden başka bir şey değil.

Ancak profesör Yahudi ve bugünkü ABD yönetimi üzerindeki Yahudi etkisi göz önüne alınırsa, boş geçilecek bir durum değil. Gerçi bölünmüş Irak, ABD açısından da akılcı değil ama bugünkü ABD yönetiminde akılcılık aramak beyhude bir uğraş. Prof. Avineri önerisini yaparken Osmanlı'yı örnek gösteriyor ama Osmanlı örneği bugünle pek bağdaşmıyor.

L. Carl Brown'un ‘‘Imperial Legacy’’ adını taşıyan derlemesinde Ortadoğu ve Arap uzmanı Fransız bilim adamı Andre Raymond, Osmanlı'nın Irak'taki eyaletleri öncelikle fetih tarihlerinin farklı olmasına göre ayırdığını söylüyor. (Musul 1515, Bağdat 1534, Basra 1546).

Osmanlı bunlardan Bağdat'ı 1535'te, Basra'yı 1552'de eyalet yaparken Musul'u 1546'da sancak ilan ediyor.

Raymond'a göre bu parçalı yapıyı bugünkü federal sistemle veya eyalet sistemi ile karşılaştırmak mümkün değil. Bu durum daha çok Osmanlı'nın geleneksel idari yapısıyla ilgili bir durum.

Musul ise aynen Suriye'deki Halep gibi Osmanlı açısından ticari değeri nedeniyle ‘‘sancak’’ konumunda. Ve her şeyden daha önemlisi, o dönemde Irak'ta petrol çıkarılmıyor ve petrolün ticari ve siyasi bir değeri yok. Bugün Irak'ı üçe bölmenin, petrolün paylaşımı açısından çok ciddi sorunlar çıkaracağı ortada. Bütün bunlar konuşuluyor, biz ise seyrediyoruz.

Fatih Altaylı'nın futbol ‘‘geyiği’’ ve Zago ile ilgili yazdıkları bile bizim için daha önemli.

Erdoğan beğenmedi, Gül beğendi, biz şaşırdık


AVRUPA Birliği'nin Türkiye ile ilgili tavrı aralık ayı yaklaştıkça netleşiyor.

AB Komisyonu'nun yazdığı rapor parça parça da olsa gün ışığına çıkmaya başladı.

110 sayfalık raporun ilk 30 küsur sayfasını içeren bölümü netleşti. Şimdiye dek alıştığımız raporlardan farklı değil.

Türkiye yaptığı reformlar nedeniyle bir miktar ‘‘okşandıktan’’ sonra beklediğimiz üzere ‘‘uygulama’’ nedeniyle eleştiriler başlıyor. Öncelikle ‘‘Kürtçe eğitim ve yayın’’ konusundaki sıkıntılar ele alınıyor. Ardından yine bildik bir konu olan ‘‘işkence’’nin azalmakla beraber mantalitenin değişmediği vurgulanıyor. Kıbrıs'ta Annan Planı çerçevesinde çözüm aranmaması eleştiriliyor.

Açıklanan bu ilk bölüm genelde siyasi kriterleri ele alıyor.

Henüz netleşmeyen bölümde ise ‘‘Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği’’ yönünde bazı eleştiriler olduğu söyleniyor.

Bunlar AB Komisyonu'nun görüşleri ve beni şaşırtmıyor.

Ancak bu rapora yönelik olarak Türkiye'nin en yetkili ağızlarından verilen tepkiler şaşırtıcı.

Başbakan Erdoğan, yabancı büyükelçileri ‘‘haşlıyor’’, AB'yi ‘‘ipe un sermekle’’ suçluyor...

Ama diğer yandan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, komsiyonun raporunu ‘‘objektif’’ bulduğunu söylüyor.

Bunun adına da ‘‘Türk dış politikası’’ deniyor.

Ciddi gazeteciler iki tiptir


GAZETECİLİKTE nasıl ‘‘ünlü’’ olunacağını dün bir meslektaşım yazdı. Eksikleri olmakla beraber doğruları da çok bir yazı. Ben de gazetecilerin nasıl ‘‘varolabildiğini’’ yazayım bugün. Gazeteciler cins cinstir... Bazı gazeteciler kendilerini bir yere dayarlar. Kimi ‘‘derin devlete’’, kimi ‘‘orduya’’, kimi ‘‘bir siyasi partiye’’, kimi ‘‘bir siyasetçiye’’, kimi ‘‘bir ideolojiye’’ kimi bir ‘‘spor kulübüne’’, kimi bir ‘‘ülkeye’’. Bu, gazeteci açısından müthiş bir kolaylıktır. Kimin seni sevdiğini, kimin senden nefret ettiğini bilirsin. Okurun da bellidir. Okurlardan kimin sövüp kimin öveceği de... Bazı gazeteciler ise kendilerini ‘‘doğrularına’’ dayarlar. Onlar için doğruluk önemlidir. Ne partileri vardır, ne ideolojileri, ne de çıkar çevreleriyle derinleşmiş ilişkileri. Doğru bildiklerini yazarlar. Bir ‘‘camianın adamı’’ olmazlar. Yazdıklarını bazen bir grup beğenir, bazen başka bir grup. Onların ne öveni bellidir, ne söveni. Kimsenin peşinden gitmezler. Kimseyi de peşlerine takmak gibi niyetleri yoktur. Kimsenin adamı değildirler, kimse adamları değildir. Bu tip gazetecilik zordur. Ama zevklidir. Herkese tavsiye edilir.

Bayramları unutma Zaman'ı


29 Ekim günü Zaman Gazetesi'ni elime aldım ve bıraktım.

Sekreterime seslendim: ‘‘Gülay, bu Zaman bugünkü değil.’’

Hayretle geldi.

‘‘Hayır bugünkü.’’

Kavuniçi zemine gömülmüş tarihi güçlükle bulduk. Gülay haklıydı. ‘‘29 Ekim 2003 Çarşamba’’ yazıyordu.

Ama o gün kutladığımız Cumhuriyet Bayramı ile ilgili birinci sayfada tek bir satır yoktu. İçeri bakmaya başladık. İçerde de o günün Cumhuriyet Bayramı olduğuna dair tek iz, bir ilandı. Bir internet sitesi, Zaman okurlarının Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyordu ama Zaman yazı işleri bayramı unutmuştu.

Zaman Gazetesi adına üzüldüm. Bu milletin en coşkulu günlerinden birini unutan gazete, gazete olamazdı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ülke meseleleri takım meselelerinden daha fazla kafamızı meşgul ettiği zaman.
Yazarın Tüm Yazıları