Ancak
Sabah grubunun borçları için nasıl bir
‘‘milat’’ koyduysa, o konuda da kendisine bir
‘‘milat’’ bulmuş.
Nasıl ki, yıllardır üst düzeyinde çalıştığı Sabah Gazetesi'nin devlete olan 1.2 milyar dolarlık borcunu
‘‘O eskidendi’’ deyip tanımıyorlarsa, Sabah Gazetesi'nin 28 Şubat sürecindeki tavrını da aynı mantıkla hiç üzerine almıyorlar.
Oysa 28 Şubat döneminde Sabah'ın aldığı
‘‘ahlaksız’’ tavır hálá hatıralarda.
O dönemde bazı
‘‘güçlerin’’, gazete patronlarına baskı yaparak kimi yazarların işine son vermesi istediği dedikodusu dolaşıyordu.
Dedikodu diyorum, çünkü duymadım.
Bunların arasında bizim gazetede çalışanlar da vardı, Sabah'ta çalışanlar da.
O süreçte Hürriyet Gazetesi'nde hiçbir yazarın görevine son verilmedi.
Ancak Sabah Gazetesi, o gün o gazete için önemli isimler olan yazarlarını kovdu.
Bunlardan biri
Mehmet Ali Birand, diğeri ise
Cengiz Çandar'dı.
Ben de o gün bu iki meslektaşımı arayarak,
‘‘Sabah'ta yazdırılmayan yazılarını benim köşemde imzaları ile yayınlayabileceklerini’’ söyledim.
Çandar teşekkür etti,
Birand ise yazılarını yolladı.
Ben bu işi gazeteme olan güvenle kimseye sormadan yaptım.
Ertesi gün koridorda karşılaştığım
Ertuğrul Özkök, ‘‘Çok iyi yapmışsın’’ dedi.
Yanlış hatırlamıyorsam, birkaç gün süreyle
Birand'ın yazıları benim köşemde yayınlandı.
Demokrasiyi savunmak, doğru pozisyon almayı gerektirir. Ama düşünce özgürlüğünü savunmak
‘‘ahlak’’ gerektirir.
İktidar partisi istedi diye
Mehmet Barlas'ı kapının önüne koyan da sizdiniz, 28 Şubat'ta emredileni şak diye yapan da.
Benim gazetemde ise iktidar istedi diye kapı önüne konulan hiç kimse olmadı.
Kiralık otomobili yıkar mısınız?
ÖNCEKİ gün ziyaretime gelen ABD'li yetkiliye,
‘‘Irak ordusunu lağvedip Irak bürokrasisini yok ettiğiniz gün Irak'ı kaybettiniz. Bundan böyle Irak'ta düzen tutturmanız çok zor’’ dedim.
Irak'ta Batı tipi bir demokrasinin olmasının mümkün olmadığını, Irak'ın hem
‘‘gerçek’’ bir demokrasi ile yönetilip, hem de bir bütün olarak kalmasının
‘‘akıl dışı’’ olduğunu anlattım.
Savaş öncesi yazdığım yazılarda da Irak'taki çok dinli, çok etnisiteli yapıya dikkat çekip, Irak'ın Osmanlı'nın bile başına dert olduğunu, bambaşka bir kültürden gelen Amerika'nın bu ülkeyi
‘‘bir bütün’’ olarak yönetmesinin mümkün olmadığını defalarca tekrarlamıştım.
Ancak ABD yönetimi bizi değil,
‘‘Neo Con’’ zirzoplarını okuduğu için batağa saplandı. Batağın boyutunu dün
Thomas Friedman da yazmış.
Friedman, NYT'deki yazısında,
‘‘Bırakın Irak'ta düzen kurmayı, Bağdat'ta trafik düzenini kuracak kadar askeri gücümüz bile yok’’ diyor. Ve Irak'ı, taşırken kırdıkları bir vazoya benzetiyor. Yani hem vazoyu yapıştıracaklar, hem de yere dökülen suyu tekrar içine koyacaklar.
Bu sadece askeri değil, aynı zamanda sosyal bir mesele.
Yine daha önce defalarca yazdığımız gibi, Türkiye bölgede sadece
‘‘askeri’’ değil,
‘‘sosyal’’ bir rol de üstlenmek zorunda.
Aynen Bosna'da, Kosova'da, Afganistan'da ve hatta o kadar uzağa gitmeye gerek yok
‘‘Güneydoğu Anadolu'da’’ yaptığı gibi.
Ankara'dan bunun işaretleri geliyor. Aşiretlerle yapılan görüşmeler son derece akıllı adımlar. Türk askeri Irak'a giderse orada alacağı tavır da aynı derecede önemli ama bizim asker bu konuda son derece tecrübeli.
Friedman, Irak konusunu Harvard Üniversitesi'nin Başkanı (Rektör)
Laryy Summers'dan aldığı bir cümleyle özetliyor:
‘‘Dünya tarihinde kiralık otomobili yıkayan kimse görülmemiştir.’’
Friedman, Irak'ta Irak halkının kendi ülkesine yabancılaştığını söylüyor ve bu yüzden de Iraklının Irak'ın düzene girmesi için çaba göstermediğine işaret ediyor.
Bu durum vahim. Ancak daha vahim olan, Irak, Amerikan askeri için de
‘‘kiralık otomobil’’.
Fakat Türkiye için durum farklı. Eğer kiralık otomobil benim otomobilimin yanında park ettiyse ve yanıyorsa ben onu söndürmek için elimden geleni yaparım. Yoksa oradan sıçrayan ateş, mahalledeki bütün otomobilleri yakar.
‘‘Yangın hele bir benim otomobile de sıçrasın, o zaman söndürürüm’’ diye beklemek de mümkün tabii.
Bilmem siz bekler misiniz?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yalakalık değil, zeká prim yaptığı zaman.