Hıristiyan demokratlardan Müslüman demokratlara kazık

AVRUPA Birliği Komisyonu'nun raporu, Türkiye'nin en umutlu olduğu dönemde Avrupa Birliği tarafından Türkiye'ye vurulan çok büyük bir darbe oldu.

Türkiye'nin Kopenhag Kriterleri'ni yakalamak için büyük uğraşı verdiği ve en ‘‘imkánsız’’ paketleri Meclis'ten geçirdiği bir sürecin ardından hazırlanan rapor tam bir rezalet.

AB'nin kurtları, AKP hükümetiyle net bir biçimde ‘‘oynadılar’’.

Ancak burada hükümetin ‘‘iyi niyetli’’ olmak dışında bir suçu yok.

Konuyu iyi incelediğimiz ve gölgede kalan detaylara baktığımız Avrupa Birliği'nde durumun giderek daha da kötüleşebileceğinin işaretlerini de görmek mümkün.

Avrupalı Hıristiyan demokratların büyük bir kısmı, Türkiye'nin ABD ilişkilerini daha da geriye götürme çabası içindeler ve bugünkü durumu değil, Helsinki Kararı'nı tartışmaya açmak ve Helsinki'de Türkiye'nin yolunu açan kararı iptal etmek istiyorlar. Hıristiyan demokratlar ‘‘Helsinki Kararı'nın hatalı’’ olduğunu savunuyorlar.

Hatırlıyorsunuz, Helsinki'de 1999 yılında alınan kararda ‘‘Türkiye, AB'ye tam üye adayıdır’’ denilmiş ve Türkiye bu kararı ‘‘sevinçle’’ karşılamıştı. Oysa sevinçle karşılanan bu karar Türkiye'nin 12 Eylül 1963 yılında imzaladığı Ankara Anlaşması'nda yazan bir şeydi ve Helsinki'de bunu tekrarlatmak, ileri atılmış bir adım değildi.

Tam aksine Helsinki Kararı, Kıbrıs ve Ege sorunlarında 2004 sonuna kadar bir uzlaşmaya varılmasını öngörüyor ve aksi takdirde Yunanistan'ın Lahey Adalet Divanı'na gitmesine cevaz veriyordu.

Şimdi Avrupalı Hıristiyan demokratlar, buradan da geriye gitmek istiyorlar ve Türkiye'yi savunmak, daha önce Türkiye raportörlüğü döneminde Türkiye'nin çok kızdığı Avusturyalı sosyalist Hannes Swoboda'ya kalıyor.

Swoboda, Türkiye aleyhtarlığının Avrupa Parlamentosu seçimlerine malzeme yapılma olasılığından endişe duyduğunu ve Türkiye'ye haksızlık yapıldığını söylüyor.

Avrupalı Hıristiyan demokratlar, bizim Müslüman demokratlara ‘‘kazık’’ üstüne ‘‘kazık’’ atmaya çalışırken, bizi savunmak sosyalistlere kalıyor.

Galatasaray markası eriyor

BUGÜN Galatasaray'la ilgili fazla bir şey yazmayacağım.

Ne kulübün yönetim anlayışıyla ilgili, ne de dünkü maçta takımın teknik yönetimi ile ilgili eleştiri yapacağım.

Çünkü günlük sonuçlarla bu meseleleri tartışmayı ‘‘kulüp yöneticiliği’’ açısından doğru bulmuyorum.

Bugün başka bir üzüntümü dile getireceğim.

Galatasaray, bu kısır ülkenin tarihinde yarattığı yegáne ‘‘uluslararası marka’’ oldu.

Dünyanın en ücra köşelerine kadar adını duyurdu, ezberletti.

Daha da ötesi, içinden çıktığı koşullarda elde ettiği başarılarla ve tavrıyla ‘‘saygı uyandırdı’’.

Galatasaray'ın belki 60 milyon dolar borcu ve bir o kadar da taahhüdü vardı ama Galatasaray'ın uluslararası marka değeri en büyük sermayesiydi.

Markanın değeri, bizce bu borçlardan çok çok fazlaydı.

Beni en çok üzen, Galatasaray'ın büyük bir hızla ‘‘marka değerini’’ yitirmesi.

Mesele sonuçlar değil.

Mesele ortaya koyulan anlayış.

Yenmek, yenilmek sporda her zaman var.

Ama önemli olan ‘‘yakışık alacak’’ bir şekilde sahada durmak.

Çarşamba akşamı sonuç beni üzdü ama Mondragon'un yaptığı ‘‘alçaklık’’ kahretti.

Galatasaraylı olmaktan utandırdı.

Galatasaray'da 2. Başkan olduğum dönemde benzer bir ‘‘terbiyesizliği’’ yapan Hakan Ünsal'ı önce takım kadrosundan çıkarmış, ardından da satmıştık.

Bakalım ‘‘Fair’’ Özhan Canaydın, Mondragon'un bu rezilliğine nasıl karşılık verecek?

Bence asıl Fair Play, gol atan rakibin başkanının elini sıkmaktan çok, sahada ‘‘adam gibi’’ olmakta.

İyi taksi şoförü haberdir

ERTUĞRUL Özkök sormuş, ‘‘İyi haber, haber değil midir?’’ diye.

İngiliz atasözü, ‘‘No news is good news’’ der. Türkçesi, ‘‘Haber yoksa merak etme iyidir’’ olarak çevrilebilir.

Ama bence iyi haber de haberdir. Hele Türkiye gibi ülkelerde esas ‘‘iyi haber haberdir’’.

Geçenlerde taksi şoförlerini yazıp özellikle İstanbul'da bu işe bir düzen getirilmesinin gerektiğini belirtmiştim. Vatandaşlardan çok destek geldi. İstanbul'u yönetenler de herhalde bir şeyler düşünüyordur. Ama bir okurdan gelen faks, iyi haberin de haber olabileceğini gösterdi.

Okurum bir öğle vakti bindiği takside çantasını düşürmüş.

İçinde epey para ve anahtarlar var. Kimlik falansa yok.

Okurum olayın farkına varınca çok üzülmüş. Gidenin geleceğine dair en ufak bir umudu da yokmuş.

Fakat taksi şoförü, çantayı otomobilde bulunca okurumu indirdiği eve gelmiş ve kapıcıya telefonunu bırakıp çantasının kendisinde olduğunu söylemiş.

Okurum da şoförü arayıp çantasına kavuşmuş.

Taksi şoförüne ödül vermek istemiş ancak şoför bunu da kabul etmemiş ve gitmiş.

Bu şoförün adı Zafer Haykır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bu ülkeyi milyarlarca dolar soyanlara sırf muhalefet olsun diye yüz vermediğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları