ENERJİ Bakanı Hilmi Güler,‘örnek bir bakan’ tavrı sergiliyor.
AKP iktidar olduktan sonra Enerji Bakanlığı kadrolarında önemli değişiklikler yaptı.
Kritik noktalara ‘kendi adamlarını’ getirdi.
Bunu normal buluyorum. Türkiye’de her iktidar bunu yapıyor.
Kimi Batı demokrasilerinde de benzer uygulamalar var.
ABD’de başkan değişince, yüz bine yakın kadro el değiştiriyor. Almanya’da da benzer bir durum var.
Türkiye’de bu liyakat göz önüne alınmadan ‘hoyratça’ yapıldığı için tepki topluyor ama herkesin yaptığı bu.
Ve bakanlar kendi getirdikleri bürokratları korumayı da bir adet haline getiriyorlar.
Bir anlamda bunlar siyasi kadroların işbirlikçisi gibi çalışıyorlar. Geçmişte bunun dışında gördüğüm tek bakan Enis Öksüz’dü.
Ancak Hilmi Güler bir adım öne geçti.
Kendi kurduğu kadrolar hakkında birtakım ‘iddia ve isnatlar’ olduğunu görüp, bunların ‘doğru olabileceğini’ hissedince hemen soruşturmayı başlattı.
ANAP döneminin aynı koltuğu işgal eden bakanları gibi ‘beklemedi’, ‘korumadı’, olayın ‘Jandarma marifetiyle ortaya çıkarılmasını’ beklemedi.
Ve hiçbir ‘komplekse kapılmadan’ kendi getirdiği adamların ipini kendi eliyle çekti.
Bu durumun partisine, hükümetine zarar verebileceğini bilmesine rağmen çekinmedi.
Hilmi Güler’i kutluyorum.
Darısı diğer bakanların ve ‘bazı’ bakanlarını koruyan Başbakan’ın başına.
Kara yazarı dava edeceğim
DÜN Orhan Pamuk’la ilgili yazdığım yazının pek çok okurumun yüreğinin yağını erittiğini gördüm.
Yüzlerce faks ve telefon ‘Eline ağzına, kalemine sağlık’ diyordu.
Pamuk’un hiçbir bilgiye, hiçbir araştırmaya, hiçbir tarihi gerçeğe dayanmadan ülkesini karalaması milletin ‘kanına dokunmuş’.
Pamuk, tipik bir ‘tatlısu enteli’ olarak uluslararası çevrelerde kabul görmenin yolunun zaten var olmayan ‘gerçek’ birikiminden değil, kendi ülkesine sövmekten geçtiğine inanıyor.
Dün de dediğim gibi bu ‘sözde’ muhalif tavrıyla Türkiye’ye karşı zaten önyargılı olan Avrupalı entelektüellerin kalbini fethedip, bir ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ alabileceğini umuyor. Kendince, ‘Nobel’i alırsam ulusal kahraman ilan edilirim ve her şey unutulur’ diye düşünüyor olmalı.
Geçtiğimiz haftalarda Amerikan NBC televizyonunda yayınlanan ‘24 Saat’ adlı dizide bir Türk ailesi terörist olarak gösteriliyordu.
Amerika’da yaşayan Türkler ve olayı haber alan yurttaşlarımız senaryonun bu bölümüne büyük tepki gösterdiler. Dışişleri Bakanlığı bile ayağa kalktı. Washington Büyükelçiliğimiz, NBC televizyonuna bir mektup yazarak ‘tepki’ gösterdi.
Oysa NBC televizyonu bir tarihi gerçeği saptırmıyor, hayali bir senaryo yazıyordu.
Orhan Pamuk’un yaptığı NBC’nin yaptığından katbekat büyük bir ayıp, karşılaştırılması bile mümkün olmayan bir ‘küstahlık’.
Biri senaryo yazıyor, diğeri bir ülkeyi ‘aşağılamak’ için tarihi gerçekleri saptırıyor.
Açıkçası merak ediyorum, NBC televizyonuna dava açmaya hazırlananların, Orhan Pamuk’la ilgili de bir adım atmaları gerekmiyor mu?
Bu ‘zavallıyı’ dava edip, öne sürdüğü tezlerini ‘mahkemede kanıtlamasını’ istemek yanlış mı olur?
Ben bir Türk vatandaşı olarak Pamuk’u dava etmenin yollarını arıyorum.
Ama bu ülkeyi temsil eden makamlarda oturanların da ‘aşağılanan’ bu millet adına aynı yolu seçmeleri gerekmez mi?
Her gazete ilkelerini açıklamalı
HINCAL Uluç’la girmiş olduğumuz ‘gereksiz’ tartışmanın bazı yanlış anlaşılmalara neden olduğunu gördüm.
Sanki benim de ‘kimi’ gazeteciler gibi ‘beleş gezi’ peşinde koşan, oraya buraya gidip sonra da bunları yazan birisi olduğumu düşünenler olmuş.
Asla...
Uzun yıllardan beri Ferrari’nin bu otomobili iyi tanıyan ve değişik meslek gruplarından olabilen ‘sürücülerle’ yaptığı test sürüşleri dışında hiçbir geziye katılmadım. Bu testlerin nedeni gazeteci olmam değil, Ferrari áşığı olmam.
Ferrari’nin 50. yılı dolayısıyla dünyayı gezen ve Türkiye’ye de gelen otomobilini Türkiye’de ben kullandım. Bu otomobil üzerine attığım imzayla hálá Ferrari müzesinde ve dünyanın çeşitli yerlerindeki Ferrari showlarında sergileniyor. Bunun dışında ne bir geziye katılırım, ne bir davete.
Bu köşeyi okuyanlar hatırlayacaktır, yıllar önce burada gazetecilere yollanan yılbaşı hediyelerine bile karşı çıktım, pek çok meslektaşımla bu yüzden buradan atıştım.
Bugüne kadar bir tek kere olsun mesleğimi kullanıp birinden bir talepte bulunmadım.
Bulunduğum yer dolayısıyla bir şey alırken normal vatandaş gibi pazarlık bile yapamadım. Kazık yedim. Şunu da hatırlatmak isterim, birkaç yıldan beri Doğan Medya Grubu çalışanlarının uymak zorunda olduğu ilkelerimiz var.
Bu ilkeler doğrultusunda bu grupta çalışan bir gazetecinin ‘beleş gezilere’ katılması mümkün değil. Eğer uyulması gereken bir davet varsa, muhabir veya yazar arkadaşlarımız buna ancak masraflarının gazetemizce ödenmesi karşılığında katılıyor.
Hıncal Uluç’a ve diğer medya gruplarına da böylesi ilkeler koymalarını tavsiye ediyoruz.
Bir gün okurlarıma tavsiye etmek için 3000 dolarlık bir otel odasında kalmam gerekecekse, bunun parasını Hürriyet verir. Bilmem ne otelin sahibi değil.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Ağzıyla kuş tutanları, kanadını incitmekle suçlamadığımız zaman.