Havlasam köpekler anlar mı?

BAZEN okurlardan gelen faks ve e-postalarda soranlar oluyor:

‘‘Fatih Bey, bilmem kim hakkınızda şunu yazdı, cevap vermeyecek misiniz?’’

Birincisi, hakkımda yazılanların bazılarından haberim olmuyor.

İkincisi, hakkımda o kadar çok yalan, yanlış, düşmanca, manyakça şeyler yazılıyor ki, hepsine cevap vermeye kalksam değil bu sütun, gazete yetmez.

Üçüncüsü, bu yazılanlardan gerçekten kayda değer olanlara ve adam gibi adamlar tarafından kaleme alınmış olanlara yanıt veriyorum. Ama bazıları var ki, fesatlıktan, kıskançlıktan, emrinde oldukları kişilerden aldıkları talimat gereği, hortumcuların oyuncağı oldukları için, adam yerine konmaya çalıştıkları için, polemiğe girerek varlıklarını kanıtlamaya muhtaç oldukları için bana saldırıyorlar. İşte bunlara yanıt vermiyorum. Kusura bakmayın, benzetmem biraz amiyane olacak ama nasıl ki siz yolda yürürken havlayan arsız köpeklerin önünde çöküp onlara havlayarak karşılık vermiyorsanız, ben de bunlara vermiyorum.

Bilmem anlatabildim mi?

Yalandan kim ölmüş

ABD'li yetkililer, her fırsatta Irak'ta barıştan yana olduklarını söylüyorlar.

Aslında makul olan da bu. ABD'nin herkesten fazla barıştan yana olması lazım. Çünkü Irak'ı vurmaları halinde, bir sonraki hamleleri yok. Irak'a ha babam sopa göstermek ABD için müthiş bir silah. Bu yolla petrol üreticilerini dize getiriyor, petrol piyasasında müthiş bir kontrol sağlıyor ve dünyada kendilerine biçtikleri rol için senaryo bulmuş oluyorlar. Irak bir kez vurulursa arkası yok. Ya da çok tehlikeli bir biçimde var. Ardından İran'a bulaşmak, sonrasında Suudi rejimini değiştirmeye çalışmak gibi ‘‘gereklilikler’’ ortaya çıkabilir.

Bu nedenle Irak'ı vurmadan, ‘‘kalıcı olmayan’’ ve ‘‘şerefli’’ gibi gösterilebilecek bir çözüm bulmak ABD'nin de işine gelmeli.

Bu nedenle de olsa, ABD eğer ‘‘barışçı çözüm’’den ‘‘gerçekten’’ yanaysa bu barışçı çözümün şartlarını açıklamak zorunda.

Yani ‘‘ne olursa’’ ABD barışı bozacak bir hareket yapmaktan vazgeçebilir.ABD'nin bu konudaki tavrı barışçı çözüm konusundaki samimiyetini göstermenin yanı sıra, Türkiye gibi barış arayan ülkelerin havanda su dövmelerini de engeller.

Bakan Çelik, YÖK’e kızdı acısını konservatuvardan çıkardı

BAŞTA YÖK olmak üzere ‘‘üniversite camiasının’’ AKP ile olan tartışmasını izliyorum.

Üniversite öğretim üyeleri, AKP iktidarına ‘‘Cumhuriyet ve Atatürk Devrimleri’’ konusunda ne kadar hassas olduklarını hatırlatmak istiyorlar.

Üniversitelerimizin ‘‘Atatürkçü Cumhuriyete’’ sahip çıktıklarını görmek güzel. Ancak ne yazık ki, YÖK Başkanı Kemal Gürüz'ün üslubu için aynı şeyi söylemek güç.

Gürüz, sınır tanımayan sözleri ve ‘‘adap’’ sınırlarını zorlayan ifadeleriyle, vermek istediği mesajın içeriğine büyük gölge düşürüyor.

Gürüz'ün sözlerinden hafızalarda kalan, kalması gereken içerik değil, gereksiz olan üslup oluyor.

Bu durumda, Türkiye'nin iktidarı ile Türkiye'nin bilimi arasında gereksiz bir kopukluk başlıyor.

İktidar, bilim kuruluşlarına karşı ‘‘hasmane’’ bir tutum takınıyor.

Bunun önemli örneklerinden biri, şimdilerde İstanbul Üniversitesi ile ilgili olarak yaşanıyor.

İstanbul Üniversitesi, eski Kadıköy Hali'nde eğitim veren konservatuvarını uygun bir binaya taşımak istiyordu.

Bunun için en uygun yer olarak Çengelköy'deki, Hazine'ye ait Vahideddin Köşkü ve Koruluğu bulundu.

Boş duran ve giderek viraneye dönüşen müthiş bir mekán. Tam bir sanat yuvası.

Hazine'ye ait bu yerin İstanbul Üniversitesi'ne devri için gerekli çalışmalar yapıldı. Kültür Bakanlığı, söz konusu bina ve arazinin üniversiteye devrinde hiçbir sakınca olmadığını Maliye Bakanlığı'na bildirdi.

Tam işlemler başlayacakken hükümet değişti. Kültür Bakanı Suat Çağlayan gitti, yerine Hüseyin Çelik geldi.

Ve Bakan Çelik'in ilk icraatından biri de, Vahideddin Köşkü'nün İstanbul Üniversitesi'ne devrine imkán sağlayan Kültür Bakanlığı ‘‘olur’’unu kaldırmak oldu.

Son decere doğru bir iş, iktidar ile üniversiteler arasındaki çekişmeye kurban gitti.

AKP ile YÖK arasındaki düellonun kurbanı, konservatuvar öğrencileri oldu.

Bu ‘‘ucuz’’ hesaplaşma, Kültür Bakanı Hüseyin Çelik'e hiç ama hiç yakışmadı.

Ne yazık ki başka söyleyen yok

GENÇ Parti, parti değil. Biliyoruz. Cem Uzan'ın oyuncağı.

Baraj altı kaldıkları seçimde milletvekili adayı olarak gösterdikleri kişilerin büyük bölümü partinin yerini bilmiyordu, üyesi değildi. Cem Uzan'ı görmediler bile.

Ama birkaç günden beri bakıyorum da, Uzan'ın oyuncağı, kapımızdaki savaş tehlikesiyle ilgili somut bir şeyler söyleyen tek ‘‘siyasi oluşum’’. Ne Meclis içindeki, ne de Meclis dışındaki muhalefet, bu konuda tek bir şey söylemiyor. Ne CHP'nin, ne DYP'nin, ne ANAP'ın, ne de diğerlerinin Irak'a yapılması muhtemel operasyona ‘‘karşı veya yandaş’’ oldukları konusunda bir bilgi sahibi olamıyoruz. Baykal, ‘‘Karar AKP'nin kararı olacaktır’’ diyor ama kendi fikrini söylemiyor. Mehmet Ağar'dan da bir görüş gelmiyor, Ali Talip Özdemir'den de.

Ama Cem Uzan, şu veya bu nedenle de olsa, sırtında yumurta kefesi taşımamanın rahatlığıyla da olsa fikrini söylüyor. Ne yazık ki, cesaretle ‘‘savaşa hayır’’ diye yüksek sesle bağırabilen bir tek o var. Ve aklıma İsmet Paşa'nın o meşhur sözü geliyor.

‘‘Keşke bu ülkede namuslular da cesur olabilse.’’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Devletin kurumları, vatandaşın hakkını gasp edecek anlaşmalar yapmadığı zaman.
Yazarın Tüm Yazıları