ÖNCEKİ gün Ankara’da Hilton önünde patlayan bombadan sonra Kanal D Genel Yayın Yönetmeni sıfatımla, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’le bir görüşme yaptık.
İkimizin de ortak fikri Ankara’daki patlama haberinin büyütülmemesiydi.
Özkök, ‘Biz bu haberi küçük vereceğiz’ dedi. Ben de ‘Ben de arkadaşlarıma aynı talimatı verdim. Zaten az önceki haber bültenimizde buna yer vermedik’ dedim.
Bu düşüncemizi yayın grubumuzdaki diğer yönetici arkadaşlarımızla da paylaştık.
Niyetimiz, Türkiye hakkında olumsuz fikirler oluşmasına neden olacak bu haberi büyütmemek, teröre prim vermemek ve Türkiye’nin zarar görmesini engellemekti. Bu fikre diğer yönetici arkadaşlarımız da sahip çıktı.
Ardından İstanbul’da 2. bomba patladı. İlk bilgiler ölü olmadığı, birkaç yaralı olduğu yolundaydı. Biz bu haberi de çok önemsememe kararı aldık. Vatanseverliğimiz, haberci refleksimizin önüne geçmişti.
Fakat kötü haberler gelmeye başladı. 1, 2 derken ölü sayısı dörde yükseldi. Haber görmezden gelinecek boyutu aşmıştı.
Özkök’le tekrar konuştuk. O da haberi yapma kararı aldığını söyledi.
Yine de minimum boyutta ve önemde kullandık.
Bunları niye mi yazdım.
Bir habercinin haber değerlendirirken hangi ruh hali içinde hareket ettiğini anlamanız için.
Teröristler ‘Yunuslaşabilir’
DÜN İstanbul Enduro Kulübü’nden bir arkadaşım aradı.
Önceki gün BMW marka enduro tipi motoruyla Şişli civarında bir yere gidiyor. Bölgede bazı yollar kapalı ancak bu konuda net bir bilgisi olmadığı için bariyerle kapatılmış bir yere doğru yaklaşıyor. O yaklaşınca bariyerin önünde bekleyen polis hemen bariyeri çekiyor ve arkadaşım içeri giriyor. Birkaç yüz metre sonra da bir başka bariyeri, yine görevli polis memurunun yol vermesiyle geçip sorunsuzca girdiği ‘yasak bölge’den sorunsuzca çıkıyor.
Önce şaşırıyor. Ve bir anlam veremiyor. Ancak daha sonra işe uyanıyor. Kullanmakta olduğu motosikletin modeli İstanbul Polisi’nin Yunus Ekipleri’nin kullandığı motosikletin hemen hemen aynısı.
Rengi bile çok yakın.
Üzerinde de Yunuslar tarafından giyilen tulum gibi siyah kırmızı bir tulum var. Bariyerlerin başında bekleyen polisler enduro tipi motorla gelen arkadaşımı ‘Yunus’ zannediyor ve bariyeri açıyorlar..
Bunun ciddi bir güvenlik zafiyeti yarattığını anlayan arkadaşım, hemen Enduro Kulübü’nü arıyor ve durumu anlatıyor. Kulüp yetkilileri de anında bir araştırma yapıyorlar ve son bir ay içinde 20’ye yakın enduro motosikletin çalındığını tespit ediyorlar.
Üstelik bu rakam geçmiş dönemlerde çalınan enduro motosiklet sayısından çok daha fazla. Şimdi teröristlerin çaldıkları enduro tipi motorları Yunusların ‘siyah kırmızı’ veya bazı trafik ekiplerinin kullandığı endurolar gibi ‘beyaz’a boyayarak güvenlik çemberini aşmaları ve eskort görüntüsü ile liderlerin araçlarına yaklaşıp suikast girişiminde bulunmalarından korkuluyor.
Çünkü bu motorlar, bir mahalleyi havaya uçuramasalar da, ön ve arkalarındaki ‘box’lara yerleştirilecek 30 kilo civarında patlayıcıyı taşıyacak kapasitedeler.
Bu da yakın mesafeden hedefe yapılacak bir saldırı için fazlasıyla yeterli yüksek nitelikli patlayıcı miktarı demek.
Rektörlerde bilimsel yeterlilik aranmalı
YÖK 22 üniversitenin rektör adaylarını belirlemek için dün toplandı. YÖK tarafından uygun bulunan 66 isim Cumhurbaşkanı’na gönderilecek.
Cumhurbaşkanı da kendine göre ‘doğru adayı’ belirleyip atamasını yapacak.
Geçmiş yıllarda bu sistem içinde Cumhurbaşkanı’nın ‘antidemokratik’ pek çok uygulamasına rastladık. Sadece Sezer değil, Demirel ve öncekiler de ‘kafalarına göre’ atamalar yaptılar.
Kriterler ise her zaman sübjektif oldu.
Bu yüzden de arşivimde rektörlere yönelik binlerce ihbar, şikáyet ve dava bilgisi var.
Türkiye’de her ne kadar ‘bilimsel’ kimliği arka plana atılıp, siyasi niteliği ön plana çıkarılıyorsa da üniversite bir bilim kuruluşu, rektör ise bir bilim adamı olmalı. Ancak ne yazık ki, gerçek bilim adamları üniversite içi ve dışı siyasete bulaşmaktansa, bilimsel çalışmalara ağırlık verdikleri için, idari görevlere gelme konusunda başarılı olamıyorlar.
Çünkü onların ne Ankara’nın zirvelerinde ‘dostları’ oluyor, ne de üniversitede oy veren kitleyle birebir yakınlık içinde olacak zamanları.
Burada oluşan ‘sakatlığı’ ortadan kaldırabilecek tek güç ise Cumhurbaşkanı.
Eğer üniversiteler bilim kuruluşları ise, bilim adamının değeri var ise, bunu en başta rektör atamalarında göstermek lazım. Üniversiteye rektör adayı belirlenirken de, adaylar arasından atamalar yapılırken de kişilerin ‘bilimsel kariyerleri’ göz önüne alınmalı.
Hangi çalışmaları yapmış. Kaç makalesi var. Bu makaleler ne kadar özgün. Bu makaleleri yayınlayan bilimsel yayınlar ne kadar saygın. Yanında yetişen bilim adamları kim? Onların çalışmaları neler?
Bütün bu bilimsel kriterlere bakmadan yapılan atamalar ne yazık siyasi oluyor. Bazen üniversite için siyasi, bazen Ankara tipi siyasi.
Ve üniversitelerimiz bu yüzden her geçen gün zayıflıyor.
Bu gidişin sonu hayır değil
GALATASARAY Spor Kulübü’nün içine düşürüldüğü durumla ilgili uyarım, yönetim tarafından ‘kısır çekişme’ boyutuna indirgenmek istendi.
Oysa 20 küsur yıldır aktif üyesi olduğum kulüpte kısır ve günlük meselelerde hiç olmadım. Yönetimde olmadığım zaman takımımın başarısız olmasını hiç istemedim. Hele hele kanun kaçaklarına, mafya babalarına takımımın formalarını hiçbir zaman hediye etmedim.
Ben yapılan veya yapılamayan iki transferin hesabını yapmıyorum. Bunlar günlük, önemsiz meseleler ve küçük adamların hesapları.
Ben Galatasaray’ın kaybettiği marka değerine ve saygınlığına yanıyorum.
Özhan Canaydın kulübü aldığında borç stoku kendi açıklamasıyla 70 milyon dolardı ama takım şampiyondu ve saygındı.
2 yılda bu borç iki katına çıktı ve ortada ne şampiyonluk kaldı, ne saygınlık. Marka değeri de eriyor.
Bu yönetim bir AIG operasyonu yaptı. Bakın bu operasyon Galatasaray’a ne kazandırdı?
Galatasaray hisselerinin yüzde 20’si AIG adlı bir yabancı şirketteydi ve bu şirket Galatasaray’ın gelirlerinin yüzde yirmisini alıyordu.
Yönetim bu hisseleri AIG’den almak için harekete geçti. Hisseler AIG’den alındı ama kulübe geçmedi. Bir işadamı yüzde 20 hisseyi AIG’den aldı. Bunları kendisinden alması için kulübe 2 yıl süre verdi. Ve hisselerdeki değer kaybına karşılık teminat olarak kulübün yüzde 14 hissesini daha aldı. Galatasaray Spor Kulübü’nün bu işten hiçbir kazancı olmadı.
AIG’deki yüzde 20 hisse, yüzde 34 olarak bir başkasına geçti.
Üstelik de AIG’e fazladan ödenecek 9 milyon dolar da Galatasaray Spor Kulübü’nün borçları üzerine bindi.
Yani yüzde 20 hisseyi, yüzde 34 olarak başkasına verdi, bir de cepten 9 milyon dolar ödedi. Sonra da bunları başarı diye yutturmaya kalktı.
Transfer, şampiyonluk, o bu hikáye.
Galatasaray ‘felakete’ doğru sürükleniyor, benim derdim bu.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Boş laflara değil, akıl ve beceriye saygı duyduğumuz zaman.