BAŞBAKAN Erdoğan’ın yurtdışı gezileri eleştiriliyor. Haksız bir eleştiri.
Gezmeli, daha da fazla gezmeli.
Çünkü gezdikçe görüyor, öğreniyor ve daha önemlisi Türkiye’yi tanıtıyor, Türkiye’yi anlatıyor, dostluklar kuruyor.
Bakın dünyanın ‘önemli’ ülkelerinin liderlerine.
Başbakan Erdoğan’dan daha mı az geziyorlar, daha mı çok.
Başbakan Erdoğan’ın her gezisi yeni bir ufuk, yeni dostlar, yeni ticaret, yeni siyaset imkánları demek.
Güney Afrika Türkiye’nin en mesafeli ilişkide olduğu ülkelerden biriydi.
Gerek ekonomik, gerek siyasi sorunlar yaşadığımız bir ülke.
O kadar ki, bölücü PKK bile Güney Afrika’nın ‘direniş kültüründen’ gelen iktidarı ile Türkiye Cumhuriyeti’ne oranla daha iyi ilişkiler kurmuştu.
Bu gezi her şeyi değiştirdi diyemeyiz ama çok önemli bir hamle oldu.
Gitmek, Türkiye’nin önceliklerini anlatmak, paylaşmak çok önemli.
Çin, Afrika’da etken olmak için yırtınıyor.
Fransa ve ABD, Afrika’daki etki alanlarını geliştirmek için birbirinin gözünü oyuyor.
İngiltere, Afrika’yı ekonomik geleceğinin önemli odaklarından biri olarak planlıyor.
Biz ise ‘Başbakan çok geziyor’ diye kızıyoruz.
Türkiye, Dışişleri Bakanlığı’ndaki ‘akıllı’ bürokratlar sayesinde ‘çok odaklı dış politika’ hamlesi başlattı.
Bu politikaya hükümetin yaklaşımları da destek veriyor.
Büyük ülke olmanın temel koşullarından biri bu tür bir politikayı yürütebilmek.
Ancak bunu yaparken öncelikleri şaşırmamak ve odakların her birine ayrı ayrı konsantre olabilmek gerekir.
Bugün Türkiye’nin tek eksiği bu.
Çünkü buna göre bir yapılanma, buna göre oluşmuş bir kafa yapısı yok.
Bunun için büyük ülke olmayı hazmetmek, genlerinde hissetmek şart.
Bu noktada eleştirilmesi gereken kişi Başbakan Erdoğan değil.
Çankaya’dan sadece elinde fileyle alışverişe çıkan Cumhurbaşkanı.
Keşke o da her ay bir seyahat yapıp, ülkesini anlatabilse.
Ama nerede...
Erdoğan’a sabır testi
AFRİKA gezisi boyunca Başbakan Erdoğan’ı pek az görebildik.
Organizasyon öylesine kötüydü ki, gazeteciler ve Erdoğan neredeyse birbirinden uzaklaştırılmıştı.
Başbakan’ın da durumdan şikáyetçi olduğunu öğrenmesek, ‘bilhassa’ yapıldı zannedecektik.
4 günlük gezide Başbakan’a ‘hasret kalınca’ sonunda bizi bir sabah kahvaltısına davet etti de görüşebildik.
Kahvaltı sırasında dış politika ile ilgili pek çok soru sorduk. Sohbetin sonunda dayanamayıp iç politikaya da atladık.
Erdoğan’a ‘Biliyoruz ki, AKP demek Erdoğan demek. Siz olmasanız partiniz bu oy oranının yarısını yakalayamazdı. Ancak siz siyasetteki bu gücünüzün farkında değilmiş gibi davranıyorsunuz. Sürekli parti içi dengeleri gözetiyorsunuz. Öyle ki, kabine revizyonu bile yapmıyor, yapamıyorsunuz. Her yerden çatlak sesler çıkıyor. Siz ise masaya yumruğunuzu vurmuyorsunuz. Parti içi demokrasi iyi de, bu kadarı fazla değil mi?’ dedim.
Erdoğan gülümsedi.
Grubun büyüklüğünden, partinin çok sesli olmasının avantajlarından söz etti. Ama sıkıntılı olduğu belliydi.
Yalçın Doğan atıldı, ‘Demirel’le konuştuğunuz zaman size söylemiştir. Parlamentoda kontrol edilemeyecek kadar kalabalık bir grup iyi değildir derdi’ diye.
Ben de dayanamadım, ‘Nerede çokluk...’ dedim.
Masada kahkahalar patladı. Erdoğan da güldü ama ‘Tövbe estağfurullah. Böyle şey söyleyemeyiz canım’ dedi.
Ama hemen ardından aba altından sopayı gösterdi:
‘Sabrediyorum. Belkiyorum. Dinliyorum. Bazı arkadaşlar da galiba benim sabrımı test ediyorlar’
Şimdi merak ediyorum Erdoğan’ın sabrı ne zaman tükenecek diye.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Başkalarının zamanına saygı göstermenin medeniyet ölçüsü olduğunu anladığımız zaman.