Gaziantep Öğretmenevi ve samimi özgürlük

HOŞGÖRÜDEN, farklı inançlara, farklı yaşam biçimlerine saygıdan söz ediyoruz. Başı örtülülerin haklarından, çarşaflıların haklarından söz ediliyor.

Dini eğitim alanların haklarından söz ediliyor. Açıkçası iyi niyetle biz de bundan söz ediyoruz zaman zaman. Türkiye’nin yasaklar ülkesi değil, özgürlükler ülkesi olmasını istiyoruz.

Batılı standartlarda özgürlükler arzuluyoruz.

Ama galiba ‘alet’ oluyoruz.

Çünkü ‘bazılarının’ istediği gerçek anlamda özgür bir toplum değil.

Neden mi?

Dün Kanal D Haber’de Gaziantep Öğretmenevi’nden görüntüler yayınladık.

Üzerinde karnının yarım santimlik bölümünü açıkta bırakan bir bluz olduğu için bir öğretmen kızının içeri alınmadığı Gaziantep Öğretmenevi’nin görüntülerini. Dün o öğretmenevinin önünde içeri alınmayan genç kızın açıklama yaptığı dakikalarda son derece ilginç bir görüntü oluştu.

Bluzu göbeğinin 1 santimlik bölümünü gösterdiği için bir genç kızın içeri giremediği öğretmenevinden ‘kara çarşaflara’ bürünmüş bir kadının çıkışı kameralara takıldı.

Son derece sıradan giysili bir genç kız ‘kıyafet yönetmeliği’ gereği içeri giremezken, kara çarşaflı bir kadına aynı yönetmelik işlemiyordu.

Bu muydu özgürlük?

Bu muydu farklı inançlara, farklı yaşam biçimlerine saygı.

Yemezler. Yemeyiz.

Kimsenin özgürlüğü kendi standartlarını dayatmak, kendi yaşam biçimini egemen kılmak için istemeye hakkı yok.

Şimdi çıkıp kimse ‘münferit bir olaydır’ demesin. Eğer samimiyet var ise hemen gereği yapılsın. Zaten bu konularda sabıkalı olan Gaziantep Öğretmenevi’nin sorumluları hakkında soruşturma başlatılsın. Bu rezaletin sorumluları gereken cezalara çarptırılsın.

Aski takdirde ben ‘özgürlük’ falan istemiyorum.

Başkalarının özgürlüğüne inanmayanın özgür olma hakkı yok çünkü.

Genetik özürlü mısırlar geldi

BİR süre önce çeşitli firmaların gemilere mısırları yükleyip Türkiye’ye doğru doğru yola çıkardığını yazmıştım.

Birileri yine ‘haksız kazanç’ peşindeydi.

Gümrüklere inecek mallar anında Türkiye’ye girecekti.

Bu yazılarımdan sonra Maliye Bakanlığı’ndan ses seda çıkmadı. Mısırlar gelinceye kadar Fatih Altaylı meseleyi unutur zannettiler.

Unutmadım.

Ve mısırlar bu hafta geldi. Hem de yaklaşık 400 bin ton olarak.

Mısırların bir bölümü şu anda gümrüklerde ‘fiktif depolara’ indirildi. Merak eden gitsin baksın. Gebze’de, Derince’de, İzmir’de ve Mersin’de fiktif depolarda duruyorlar.

Mısırdaki gümrük vergisinin düşürülmesini bekliyorlar.

Diyecekseniz ki: ‘Bu ülke her yıl iki milyon tona yakın mısır ithal etmeye başladı. Ne var bunda?’

Şu var. Bu mısırlar genetik olarak oynanmış mısırlar. Genleri değişime uğratılmış tohumlarla Paraguay, Arjantin ve ABD’de üretilen bu mısırlar yakında sofralarımıza gelecek, çocuklarımıza mama, bize yağ olacak.

İşin kötüsü, bu mısırların genetik olarak sağlıklı olup olmadığını tespit edecek laboratuvarlar Türkiye’de yok. Greenpeace sayesinde Türkiye’de dikkatler genleriyle oynanmış soya fasulyelerine çevrilmişken, yağ alanında soyanın en büyük rakibi olan genetik defolu mısırlar Türkiye’ye giriyor.

Tarım Bakanlığı’nın ve Sağlık Bakanlığı’nın dikkatlerine.

İyi bürokratlar rahat bırakılmaz

GÜMRÜKLERDEN bahsederken aklıma geldi. Türkiye pırıl pırıl, namuslu bir bürokratını kaybediyor. Gümrük Müsteşarı Nevzat Saygılıoğlu görevden ayrılıyor. Daha önce devletin çeşitli kademelerinde çok önemli görevler yapan bu doğru düzgün bürokrat harcanıyor.

Hem de daha önce benzer bir süreç yaşamış bir bakan tarafından.

Saygılıoğlu o kadar bunaltıldı ki, üniversiteye geçerek öğretim üyesi olma kararı aldı.

Yakında profesörlüğünü de alarak üniversiteye geçecek.

Bence bürokrasi adına büyük kayıp.

Keşke ‘yukarlardan’ birisi rica etse de, bürokraside kalsa.

Beleş propagandadan faydalanacak mıyız?

MISIR, ülkede yaşanan ve 60’a yakın turistin öldürülmesiyle sonuçlanan olaydan sonra oluşan görüntüyü silebilmek için Mısır’la ilgili kitaplar yazdırdı, filmler çektirdi. Ciddi paralar harcayıp imajını toparlamaya çalıştı.

Bunu başardı da.

Türkiye ise hiçbir zaman böyle bir şey yapmadı. Batı’nın hayran olduğu ‘Yunan medeniyeti’nin aslında bir Anadolu medeniyeti olduğunu anlatamadı.

Şimdi Türkiye’nin yapmadığını bir PR çalışması kendi kendine yapıyor.

Homeros’un Truva Efsanesi müthiş bir prodüksiyon olarak sinemalara geliyor.

Çok merak ediyorum, acaba Turizm Bakanlığı bu filmin etkisinden faydalanmak için özel bir kampanya planlıyor mu?

Yoksa bu filmin ekmeğini de Yunanlı komşularımız mı yiyecek?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Aklı olmayan gücün sadece kırıp dökmeye yaradığını unutmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları