G.Saraylı’ya saldırmak serbest

ŞU Türk spor basını hakkında bir şey söylediğim zaman kabahat oluyor, ama ben haklıyım.

Üstelik haklılığımı Kazım Kanat gibi ‘‘mesleğin eskisi’’ spor yazarları bile teslim etmeye başladılar sağolsunlar.

Dün gazetelerde bir haber: ‘‘Fatih Terim, Fenerbahçe taraftarını tokatladı.’’

Sanırsın ki, Terim adamın Fenerbahçe formasını gördü ve gitti yekten tokadı bastı.

Hayır, iş öyle değil.

Fenerbahçe taraftarı bir Pfizer çalışanı, Terim'e akşam küfrediyor. Doymuyor, ertesi gün bir daha sataşıyor. Terim tepki gösterince arkadaşları da sataşmaya başlıyor ve sonunda arbede çıkıyor.

Ama ‘‘şerefli’’ Türk spor basını bunu, ‘‘Terim, Fenerbahçeliyi tokatladı’’ diye veriyor.

Basının tavrı bu. Aynısı başıma geldiği için biliyorum. Kendi stadımda, kendi locamda Fenerbahçelilerin tacizine uğruyorum, karşılık verince suçlu ilan ediliyorum.

Galatasaraylılar öyle olacak ki, küfrü yiyecekler, dövülecekler, öldürülecekler, ama karşılık vermeyecekler.

Çünkü kendilerini korumaları bile basına göre kabahat.

Aynı spor basını, Galatasaray'ın Bağdat Caddesi'ndeki mağazasının taşlı sopalı saldırıya uğradığını, camının çerçevesinin kırıldığını, 50 metre mesafede bulunan polisin olayı sadece seyrettiğini yazmıyorlar.

Suçlu hep Galatasaraylılar.

Ama kabahat spor basınında değil, basiretsiz yönetimde.

Yönetim vurana öbür yanağını uzatıyor, vurulan Galatasaraylıya ise sahip çıkmıyor.

Çünkü başkan, ‘‘Enel Galatasaray’’ diyor. Başkana saldırılmadıkça Galatasaray'a saldırılmış sayılmıyor.

Eh, bir Fenerbahçelinin değil Özhan Canaydın'a saldırmak onu el üstünde tutacağına göre saldırı serbest.

Böyle yönetime böyle muamele.

Adalet Bakanı enayi olsaydı ne yapardı?

YARGI
ile ilgili pek çok yazı yazdım. Yargının güvenilir olması, adaletin satın alınabilir olmamasıyla ilgili daha çok.

Büyük önemli davalarda ‘‘ilginç’’ kararlar çıkmasını eleştirdim. Dedikoduların yargıyı yıprattığını belirtip bunların bazılarını köşeme de taşıdım.

Bir gazeteci, hele benim gibi pek çok davası olan bir gazeteci için bunları yazmak çok kolay değildir. Ben yazdım. Hatta bunları yazdığım için bizzat yüksek yargı organlarının başındaki kişiler tarafından dava edildim. Danıştay Başkanı, değerli hukukçu Nuri Alan beni dava etti.

Şimdi bakıyorum, benim yazdıklarım ve ötesi bir bir ortaya çıkıyor. Umarım bunlar hasır altı, sumen altı edilmez. İnşallah yargı mensupları, meslektaşlarıyla ilgili konularda meslektaşı değil, mesleği ve adaleti koruyacak bir tavır içinde olurlar.

Dün Ankara'dan yükselen seslere kulak verdim.

Yargı camiası karışık... İlk günün şokunun ardından ‘‘savunma mekanizmaları’’ çalışmaya başladı.

Her zaman olduğu gibi meseleyi siyasi boyuta taşıyıp sulandırmak isteyenler var.

Dün bir yüksek yargı mensubu, ‘‘Adalet Bakanı, Hákimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun başkanı değil mi? Bu iddiaları araştırtıp oraya getirebilirdi. Orada gereği neyse yapılırdı. Ben olayın bu şekilde ele alınmasından rahatsızım. AKP yargıyı yıpratarak burada bazı operasyonlar yapmak istiyor gibi bir izlenime sahibim’’ diyor.

Bak, bak, bak...

Ne güzel savunma değil mi?

‘‘Adalet Bakanı, HSYK Başkanı olarak gereğini yapabilirdi.’’

Elbette yapabilirdi. Cemil Çiçek ‘‘enayi’’ olsaydı öyle yapardı.

Yargıyı temizleme işini yargıya bırakmaz, kendi HSYK'da kararları aldırır ve işi bitirirdi.

Peki sonra ne olurdu?

Ben söyleyeyim...

Hemen AKP'nin adalette kadrolaşmaya gittiği söylenir, kirli ilişkileri nedeniyle görevden alınanlar ‘‘Atatürkçü yargı mensuplarını görevden alıyorlar’’ diye yaygaraya başlar, olay birdenbire siyasi havaya girer ve biz bile farkında olmadan bu ‘‘düzgün olmayan yargı mensuplarını’’ korumaya başlar, Adalet Bakanı'na ve hükümete yönelik neşriyata başlardık.

Adalet Bakanı ‘‘akıllı’’ olduğu için böyle yapmadı.

Yargıya siyaseti bulaştırmadı ve ‘‘kendi pisliğinizi temizleyin’’ diye önlerine attı.

Açıkçası ben bu olayı çok önemsiyorum.

Türkiye temizlenecekse, bu temizliğin yargıdan başlaması gerektiğini, yargı temizlenmedikçe Türkiye'nin temizlenmeyeceğini düşünüyorum.

Memura ölçtürtmezler tabii

TSE'
nin mankenlere standart getirme çabası içinde olduğunu okuyoruz, dinliyoruz.

Doğrusu ben mankenin bir standardı olabileceğini düşünemiyorum. Her modaya, her modacıya göre ayrı bir manken kriteri var.

Kimi sıska manken kullanıyor, kimi normal kiloda. Kimi beyaz tenli seviyor, kimi floresan ampulü gibi olanı, kimi esmer.

Her akımın, her tarzın kendi mankeni var.

Türkiye'deki gibi hepsi birbirinin neredeyse kopyası mankenler ‘‘gerçek’’ moda dünyasında pek yok.

Bu yüzden de mankenlerin standardı olmaz. Ama tartışması var. Son olarak önceki gün Akşam'da okudum.

Mankenler TSE'ye isyan etmişler ve ‘‘Biz ölçülerimizi bir memura aldırmayız’’ demişler.

Eee, bunlar Türk mankeni. Onların ölçüsünü alsa alsa sosyete playboyları alır.

Hatta almaya bile gerek yok. Pek çoğunun ölçüsü çoktan alınmış, hazır bekliyordur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Türkiye'deki iktidardan yasadışı taleplerde bulunmak için ABD'de lobilere para dağıtmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları