DÜŞÜNÜYORUM, düşünüyorum bu olanlara bir anlam veremiyorum.
Ülke kritik bir süreçten geçiyor.
Yıl sonunda hükümetin ve toplumun geniş kesimlerinin büyük önem verdiği tarihi AB kararı var.
Herkes buna kilitlenmiş.
Hükümet ulusal bir uzlaşma sağlamaya çalıştığını söylüyor.
AB’ye uyum için son derece kritik bir Anayasa paketi daha Meclis’ten geçiyor.
Askerler, askeri harcamaların Sayıştay denetimine alınmasına ses çıkarmıyorlar.
Ekonomide durum iyiye gitme işaretleri veriyor.
Ekonomik stabilite biraz daha korunsa, uzun süredir duran yatırımlar canlanacak, istihdamı artıracak bir hareketlenme olacak. 1,5 yıllık bir karşılıklı özverinin meyvelerinin toplanma zamanı yaklaşıyor.
AKP’ye kuşkuyla bakan çevreler bile hükümetin hakkını teslim etmeye başlamışlar.
Kıbrıs’ta riskli ama net bir politika son derece başarıyla tamamlanmış.
Başbakan başarılı bir Yunanistan gezisi yapıyor.
Ve bir anda her şey allak bullak oluyor.
Çünkü ‘zamansız’ bir girişimle YÖK Yasası Meclis’e sevk edilmek isteniyor.
Genelkurmay bir açıklama yapıyor, onu başka komutanlar izliyor.
Sadece onlar mı?
Bir de kötü niyetliler var. Tam siper araziye uymuş olan AB karşıtları, puslu hava tacirleri, rantçılar, spekülatörler ve tüm bu saydıklarımın tetikçileri devreye giriyorlar. Koro bağırmaya başlıyor.
Kopan gürültüye bakınca acaba Başbakan ne düşünüyor?
‘İyi yaptık’ diyebiliyor mu?
‘Tam zamanıydı’ diyebiliyor mu?
‘Bu iş Türkiye’nin en önemli önceliğiydi’ diyebiliyor mu?
Diyebiliyorsa bizim diyeceğimiz bir şey olamaz.
Ama diyemiyorsa şöyle bir çevresine bakmalı.
Bu gereksiz ve zamansız belayı başına kimin niçin açtığını görmeli.
Çünkü bu bela sadece AKP’nin başına değil, Türkiye’nin istikrarının başına geldi.
Hepimizin korunması uğruna uzun süredir uğraştığımız, türlü güçlüklere göğüs gerdiğimiz istikrarının.
Ekonomiyi sallayan FED değil
BAŞBAKAN’a ekonomi konusunda akıl verenlerin bazıları Başbakan’ın yanında farklı, uzağında farklı konuşuyorlar.
Son bir haftadır bozulan ekonomik göstergelerle ilgili olarak da durum böyle.
Başbakan’a verdikleri brifinglerde olsun, kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalarda olsun, ekonomide aniden bozulan dengeleri ABD Merkez Bankası’na bağlıyorlar.
Doğrudur ama bunun etkisi bu kadar büyük olamaz. Dün öğle yemeğinde Türkiye’nin önemli bir sivil toplum örgütünün saygıdeğer başkanıyla beraberdik.
Üstelik sözünü ettiğim bu kişiyle ilgili kanaatimi Başbakan’ın da paylaştığını biliyorum.
Bir ara masamıza uğrayan Taha Akyol,‘Bu olanlarda dış etkenlerin payı ne kadar, içerdeki gelişmelerin payı ne kadar?’ diye sordu.
Ben ‘Yüzde 50’si dış etkendir, yüzde 50’si iç’ dedim. Misafirim, ‘Fatih iyimser. Ben yüzde 70 iç, yüzde 30 dış etken görüyorum’ dedi.
Dün de yazdım. Kimse kendini kandırmasın, başkalarını da kandırmaya kalkmasın.
Ekonomik göstergeleri Amerikan Merkez Bankası Başkanı değil, kendimiz salladık.
Askerliği sahte dememiş miydik?
HÜRRİYET ’in sürmanşeti beni güldürdü dün. Cem Uzan’ın ‘Bedelli askerlik’ oyunu yalan çıkmış.
1983 ile 1986 yılları arasında Suudi Arabistan’da çalıştığını söyleyen Cem Uzan Bedelli Askerlik Yasası’ndan faydalanmıştı.
Ben de bundan yaklaşık 3 yıl önce Cem Uzan ve kardeşi Hakan Uzan’ın bedelli askerlik yaptıklarını ancak bunun mümkün olmadığını yazmış ve bunun incelenmesini istemiştim.
Bu yazımdan dolayı da Uzan biraderler beni mahkemeye vermişlerdi.
Benim 3 yıl önce yazdığım bir olay bugün gündeme geliyor.
ASAL, Cem Uzan’dan savunma istiyor.
Bütün bunlar da beni üzüyor.
Neden mi?
Çünkü Türkiye’de basın görevini yapıyor.
Uyarıyor, gösteriyor.
Ama sonuç yıllar sonra geliyor.
Çünkü bizim uyarılarımız dikkate alınmıyor, alınamıyor.
Bizim yazdığımız gerçeklerin ortaya çıkması için ya ‘satılmış’ siyasi kadroların değişmesi, ‘satılmış’ bürokratların görevden ayrılması veya emekli olması gerekiyor.
Tezgáhları kuran suç ortakları yerli yerinde olduğu müddetçe biz ne yazsak boş.