AKP'nin seçimleri büyük bir farkla kazanmasından sonra parti içindeki dengeleri izleyenler ‘‘Bu parti bir süre sonra bölünebilir’’ demeye başlamışlardı. O ‘‘bir süre’’ fazla uzun olmadı. AKP bugün fiilen bölünmüş durumda. Meclis'teki o büyük çoğunluğuna rağmen, çok sıradan kararlarda bile zorlanıyor. Tezkerenin Meclis'ten geçmemesi sırasında bunun bir ‘‘oyun’’ olabileceği iddiaları dolaştı. Yönetim istermiş gibi yapıyor, ancak milletvekilleri serbest bırakılarak aslında yönetimin de istemediği tezkere reddediliyordu. Bu senaryo çok konuşuldu. Hatta daha ileriye gidip, ‘‘Tezkerinin reddi AKP'nin Türkiye'yi Batı'dan koparma sürecinin bir parçası. Böylece Türkiye'yi yalnızlaştırıp İslam álemine monte edecekler’’ diyenler oldu.Ben bu senaryoya hiç inanmadım.Çünkü bence Meclis Başkanı'nın seçiminden bugüne parti içinde giderek artan bir ‘‘çatışma’’ ortamı vardı. Bu çatışmayı Arınç'ın ‘‘Neden Meclis Başkanlığı'nı istediğini’’ anlatan bir yazımda o günlerde ele almıştım. Bu gerilim sürdü. Hatta tırmandı. Bu normal bir süreçti. Büyüklüğün getirdiği bir sorundu. Aşılabilirdi.Ancak aşılamadı. Çünkü aşmak için ‘‘kadife eldivenli bir çelik el’’ gerekiyordu. Benzer bir güçle iktidar olan ANAP'ta bu ‘‘el’’ Özal'ın eliydi. Ne zaman ki cumhurbaşkanı oldu parti fazla dayanmadı. Tayyip Erdoğan ya ‘‘kadife eldiveni’’ giyecek ve bu el olacak, ya da partide şu an içte başlayan çatlak genişleyecek ve parti dağılacak.Bilinçli ve hesaplı bir bölünme bile çözüm olabilir.En kötüsü ise durumu kendi haline bırakmak. O zaman AKP çöker. Altında ise Türkiye kalır.Eleştiri de biraz zeká isterMEDYA eleştirisi yapmak keyifli bir iştir. Hiçbir şey yazmaz, hiçbir fikir üretmez, yazan ve üretenleri eleştirirsiniz. Ancak bu işin de bir zorluğu vardır. Az da olsa zeká gerektirir. Okuduğunu anlayacak kadar ‘‘azıcık’’ bir zeká. Yeni Şafak Gazetesi'nde sadece bu ‘‘zor’’ işi yapmak için maaş alan iki ‘‘arkadaş’’ var. KB ve AG. Dün benim bir yazımı almışlar. Ben yazıda diyorum ki: ‘‘AKP Grubu tezkereyi reddetti ama AKP hükümeti tezkerenin içeriğinde ne varsa hepsini verdi. Bu iş ABD'ye yaradı, istediklerini 6 milyar dolara değil, 1 milyar dolara aldılar.’’Bunu okuyan ve zekásı normal ve hatta normalin biraz altında olan biri bile benim neyi kastettiğimi anlayabiliyor. Ancak Yeni Şafak'ın iki ‘‘eleştirmeni’’ benim tezkerenin geçmemiş olmasından dolayı duyduğum mutsuzluğu kaleme aldığımı düşünüyorlar. Sıkıntı da buradan çıkıyor zaten. Bu kadar basit bir yazıyı anlamaya yetmeyecek bir zeká düşündüğü zaman bu kadar düşünebiliyor.Irak'ta iki acar gazeteci AMERİKALILAR Necef'te cami önüne dayanıp durdurulunca, aklıma Necef ve Kerbela anılarım geldi. Son Irak gezimizde iki ‘‘aşırı meraklı’’ gazeteciler olarak Metehan Demir ve ben Bağdat'ta duramadık. Irak içinde epey bir dolaştık. Gittiğimiz yerler arasında Şiilerin iki kutsal kenti Necef ve Kerbela da vardı.Her iki kentte dolaşırken, ten rengi ve kılık kıyafetiyle Metehan yerel halktan ayırt edilemediği için pek sorun çıkmadı. Ancak benim rengim biraz açık kaldığından dikkatler benim üzerimdeydi. Kerbela'da Hazreti Hüseyin'in türbesine girerken Metehan arkamda durmadan komik hikáyeler anlatıyordu. Bir ara kendimi tutamayıp kahkahayı patlattım. Bir anda yüzlerce sakallı veya kara çarşaflı yüz bana çevrildi. Herkesin Hazreti Hüseyin için ağladığı yerde, Metehan'ın komik hikáyesi yüzünden kahkahayı patlatmıştım. Durumu kurtarmak için, önümdeki kapıda Şiilerin girerken yüz sürerek öptüğü bir yere yapışıp öptüm. Bu kez kahkahasını tutamayan Metehan oldu.Öfkeli bakışlar altında hızla toparlanıp, bizim için tehlikeli hale gelen bölgeden uzaklaştık. Metehan Demir, kapıyı öpmemi herkese anlatacağını söyleyerek beni tehdit etmeye başladı. Ancak Bağdat'ta Metehan'ın başına gelenler çok daha büyük rezalet olduğu için bu tehdit sökmedi. Bağdat'ta ‘‘acar muhabir’’ Metehan'a müthiş bir oyun oynadık. Kır saçlı, mavi gözlü, Avrupai görünümlü bir Türk işadamını Metehan'a ‘‘İşte silah denetçilerinin şefi Blix'in yardımcısı bu’’ diye tanıştırdık.Türk işadamı da hiç bozuntuya vermeden güzel İngilizcesiyle Metehan'ı üç gün boyunca işletti. Hafif aksanını ise Kanadalı ama Quebec'li olmasıyla açıkladı. Bu oyunu gerçekleştirmemizde Bağdat Büyükelçiliğimiz Müsteşarı Şakir Torunlar'ın da epey bir katkısı oldu. Metehan'la, silah denetçiisi kılığına girmiş Türk işadamı dostluğu ilerlettiler. Metehan da hayatının haberini yakalamış ve herkesi atlatmış olmanın keyfiyle denetçiden gelecek gizli bilgiler için randevulaştı. Metehan randevu yeri olan havaalanında karşısında Türkçe konuşan silah denetçisini ve yanında bizi görünce hafif bir kalp spazmı geçirdi. Bu iki öyküyü kimseye anlatmamak için birbirimize söz verdik. Gazeteci sözü!NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Büyük umutların daha büyük hayal kırıklığı yaratabildiğini aklımızdan çıkarmadığımız zaman.