En mutlu yaratık devekuşu mudur?

BU ülkede en tehlikeli şey malumu ilamdır. Doğruları söylememek gerekir.

Hatta o doğruların herkes farkındaysa bile. Anayasa Profesörü, AKP Milletvekili Burhan Kuzu, bu tehlikeli işi yapanlardan biri oldu ve ağzının payını aldı. Kuzu, ‘Sabahın ikisinde, üçünde evine giden kadına her yerde aynı bakılmıyor. Nereden geliyor bu hanım denir. Bu şahsi fikrim değil, realite. Bu konuları konuşurken belli bölgeleri, İstanbul’un Ulus’unu, Etiler’ini örnek almayın’ diyor.

Vay sen misin söyleyen.

Evet söyleyen o. Ben de katılıyorum.

Türkiye’nin gerçeği beğenseniz de bu, beğenmeseniz de.

Üstelik de, bu düşüncenin ne eğitimle alakası var, ne görgüyle.

Benim tanıdığım, üniversiteyi yurtdışında okumuş, akıllı bilgili bir adam var. Karısının çalışmasına izin vermiyor. ‘Abi kadın bütün gün dışarda. Ne işi var. Ertafında bir sürü adam. Otursun evinde’ diyor. Bu okumuşu, kültürlüsü, İstanbul’da, üstelik de Etiler’de yaşayanı. Varın gerisini siz düşünün. Bunlardan sizin çevrenizde yok mu? Yalan mı söylüyor Burhan Kuzu. Herkes biliyor ki, Kuzu haklı. Ama onun haklı olması toplumsal başarısızlığın itirafı. Gerçeği görüp üzülmektense, gerçeği gösterene sövmek daha kolay.

Başbakan Erdoğan demiş ki, ‘Kıbrıs Rum Kesimi’ni dünya tanımış, biz tanımasak ne olur?’

Başbakan Yardımcısı Gül, Erdoğan’ı uyarıyor.

Peki bu sözler yalan mı?

Kafayı kuma gömmek mi doğru olan? Yapılması gereken, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanımayıp görmezden gelmek mi, yoksa bu gerçeği kabullendikten sonra ona göre yeni politikalar üretmek mi?

Politika üretmek zor iş. Kafayı toprağa gömmekse kolay.

Kolayı seçelim mutlu oluruz.

Ama devekuşu çiftliklerinde kesime giden devekuşlarının kafasını topraktan çıkarıyorlar.

Sonunda gördüğü, boğazına dayanmış bir bıçak oluyor.

Zorla güzellik

AVRUPA Birliği’ne uyum için paket üzerine paket, değişiklik üzerine değişiklik... Sonuç?

Değişen pek bir şey yok. Bizim AB’ye uyum sürecimiz galiba bir nesil gerektirecek. Çünkü alışkanlıklardan vazgeçilmiyor.

İstanbul’da kutlamaların yapılacağı yer için ciddi kıyamet kopuyor. Valilik orayı, burayı, şurayı vermiyor. Sendikalar orayı, burayı, şurayı istiyor. Hani AB’ye uyum sürecinde toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkındaki kanun değişmişti. Hani izne gerek yoktu. Var mı fiiliyatta değişen bir şey.

1 Mayıs günü 10 kişilik bir öğrenci grubu Taksim’de ‘Korsan gösteri’ yapıyorlar.

Hepsine bir dayak, yallah içeri. Sanırsın ki, 10 çocuk rejime karşı kalkışma düzenlemiş.

Yine müthiş bir hoşgörüsüzlük, yine hakları kabullenememe.

Meclis istediği kadar yasa çıkarsın, olmayacak. Çünkü Meclis’tekiler de bu yasaları inandıkları, öyle düşündükleri için çıkarmıyorlar.

Çıkarmaları gerektiği söylendiği için, baskı altında çıkarıyorlar.

Zorla güzellik de bu kadar oluyor.

Bu meslekte şantajcılar kalamaz

SABAH Gazetesi, kiracısıyla birlikte farklı bir üslüp tutturdu. Şantaj gazeteciliği. Bir süredir, tekerlerine çomak soktuğumdan beri benimle uğraşıyorlardı. Orta üst gelire mensup ailelerin ev sahibi olduğu bir sitede, herkesle aynı fiyata ve peşin para ödeyerek aldığım 150’şer metrekarelik iki ev için bana haber yolladılar.

‘Yazarız ha!’ diye.

‘Yazmazsanız şerefsizsiniz’ diye haber yolladım. Yazdılar. Sanki 15 yıldır basında yöneticilik yapan, televizyon yöneticiliği yapan, köşe yazarlığı yapan, günde 15 saat çalışan bir adamın para kazanıp ev alması anormal bir işmiş gibi.

Bu meslekte 5 yıl kalıp yalı alan, televizyon kanalı alanlar yokmuş gibi. Duyuyorum ki, Sabah Gazetesi’nin yöneticileri aynı üslubu pek çok kişiye uygular olmuşlar.

Bu gazetenin önemli isimleri, Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu Başkanı Azmi Ateş’e gidip Ciner’in adının bu araştırmadan çıkarılmasını istemişler.

Komisyon için çalışan uzmanlara isimsiz telefonlardan küfür ve tehdit yağmış. Türkiye’nin önemli bir bankasının üst düzey bir yöneticisine, bana yapılan şantajın bir benzeri yapılmış. Ama onun da yanıtı benimki gibi olmuş.

Şimdilerde de, Halit Cıngıllıoğlu’na kafayı takmış vaziyetteler.

Bu haberlerin gündemle bir alakası olmadığı düşünülürse, kimbilir altından hangi olay çıkacak.

Cıngıllıoğlu’nun Turgay Ciner’in ayağına hangi işte bastığını birlikte göreceğiz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Gazetelerin patronların değil, halkın silahı olduğunu unutmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları