HÜKÜMET üyeleri Uzanlar'a yönelik operasyondan sonra sırayla açıklama yapıyorlar: Batırıp devletle anlaşmayan herkese benzer muamele yapılacak.
Bence benzer muamele şart değil.
Çünkü Türkiye'de banka batıran patronların hiçbiri Uzanlar'la aynı değil.
Uzan Grubu bir şirket gibi değil, bir suç örgütü gibi yapılanmış, suç örgütü gibi çalışmış.
Diğerleri ise yasalara saygısız olmakla birlikte yine de ‘‘şirket’’ gibi hareket etmişler.
Tabii onlardan da milletin parasını almak şart.
Zaten başta Başbakan olmak üzere bütün hükümet üyeleri bunu söylüyor:
‘‘Herkes devletle masaya oturup anlaşacak, devlete olan borcunu ödeyecek.’’
İyi de nasıl.
Soru parada düğümleniyor.
Anlaşmaktan kasıt ne..
Bu anlaşmalarda bir eşitlik olacak mı? Yoksa bazıları kayırılacak mı?
Geçen gün bir panelde birlikte konuşmacı olduğumuz Ruşen Çakır, TMSF'ye büyük miktarda borcu bulunan basın gruplarının müthiş bir iktidar yalakalığı içinde olduklarını ve bunun basının doğru haber dengesini bozduğunu anlatıyordu.
Bu gruplardan Sabah'ın devlete olan toplam borç miktarı 1 milyar doların üzerinde.
Sabah'ın sahipleri bu borcu nasıl ödeyecekler?
Bu grubun sahip olduğu en önemli mal varlığı Sabah Gazetesi ve ATV televizyonu.
Ortalıkta dedikodular dolaşıyor.
Piyasa değeri en az 500 milyon dolar olan Sabah ve ATV toplam 150 milyon dolara üstelik de yılda 10 milyon dolar taksitle Turgay Ciner'e satılacakmış.
Turgay Bey iyi bir işadamı. Basın sektörünü de sevdi. Hoşgeldi, sefa geldi. Ama Sabah ve ATV bu kadar ucuz mu?
Diyelim ki, Sabah ve ATV 150 milyon dolara Ciner'e satıldı.
Peki geri kalan 900 milyon doları kim ödeyecek.
Dinç Bilgin'in ev eşyalarını haczederek mi borcu tahsil edecekler.
Hükümet, Uzanlar'a yönelik hamlesinde haklıdır.
‘‘Uzanlar'la sınırlı kalınmayacak’’ da kulağa hoş gelen bir sözdür.
Ama diğer batık banka patronlarıyla ‘‘anlaşmanın’’ ne anlama geldiği ve içeriği topluma açık bilgi olmalıdır.
Aksi herkesin başını ağrıtır.
Cumhurbaşkanı silah taciri midir?
BİR gazeteci dostum 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in silah verdiği kişilerin listesini çıkartmış ve bizim Sedat Ergin'e vermiş. Sedat da bana yolladı.
Cumhurbaşkanı Demirel, çumhurbaşkanlığı döneminde tam 191 kişiye 258 adet silah dağıtmış.
Maşallah cumhurbaşkanı değil, Ordu Donatım gibi.
Kimi ararsanız var. Pek çoğu milletvekili, siyasetçi, bakan, işadamı. Sistem şöyle işlemiş.
Bu kişiler birer silah almış veya bir yerden bulmuşlar. Demirel'den rica etmişler. Demirel de bunları onlara hediye etmiş.
Yani bir anlamda yurda kaçak yolla sokulmuş olması muhtemel silahlar Cumhurbaşkanlığı yazısıyla aklanmış. Kimbilir aralarında terör eylemlerinde kullanılmış olanları bile vardır. Cumhurbaşkanlığı makamına yazık ki, bir aklama ve illegal silahları legalize etme unsuru olarak kullanılmış.
Bu yetki sadece cumhurbaşkanı ve başbakanda var. Ancak böylesine bol keseden ve yasadışılığı teşvik eder biçimde kullanılıyor olması utanç verici.
Zannetmiyorum ki, bugünkü Cumhurbaşkanı bir tek kişiye silah hediye etmiş olsun.
Doğrusu da bu zaten.
Töre indiriminde vicdan içtihadı
İSTANBUL'da son işlenen cinayet uzun süredir tartışılan ama bir türlü ‘‘medeni’’ bir hale getirilemeyen ‘‘töre indirimi’’ saçmalığını hatırlattı.
Bir genç kadın ‘‘öldürülmemek’’ için kaçıp geldiği İstanbul'da sokak ortasında kurşunlandı.
Ölmedi. Hastaneye kaldırıldı. İstanbul Emniyeti'nin ‘‘basiretsbizliği’’ sayesinde katiller hastane odasını basıp yarım kalan işlerini orada tamamladılar.
Diriye sahip çıkamayan İstanbul Emniyeti ‘‘ölüye’’ sahip çıktı ve yaralının kapısına bir polis koyamayan İstanbul Emniyeti cenazeyi Bitlis'e polis eskortu ile gönderdi.
Cenaze namazını da Diyanet İşleri Başkanı kıldıracakmış.
Bütün bunlar palavra.
Neden mi?
Çünkü katiller bir süre sonra yargı karşısına çıkacaklar.
Töre indirimi yine gündemde olacak. Meclis gereğini bir türlü yerine getiremediği için iş ‘‘hakimlere’’ kalacak.
Fakat son dönemde hakimler töre cinayetleri konusunda bir içtihat oluşturmaya kararlı görünüyorlar.
Ciddi ve hukuka saygılı hakimlerin verdikleri karara bakınca, yasalardan çıkarılmayan töre indirimlerini vicdanlardan çıkardıklarını görüyoruz..
Bu çağdışı yasada, vicdani bir içtihat oluşuyor.
Ama yine de bu vicdani içtihadın yasalara da geçmesini beklemek en doğal hakkımız.