Değişimi bürokrasiden beklemeyin!

YATIRIMCILARIN önünün açılmasıyla ilgili yazıma TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'ndan bir bilgi notu geldi.

Hisarcıklıoğlu, yatırımcıların zorluklarını anlatıyor:

‘‘...Bir gıda işletmesi kuracaksınız. Aynı belgelerle değişik yasalardan doğan yükümlülükleriniz nedeniyle hem Çevre, hem Sağlık, hem Tarım, hem mahalli idareler ve bazı diğer kurumlardan izin almak zorundasınız. Bu, aylar hatta bazen yıllar sürebilmektedir. Bir başka çarpıcı örnek de turizm sektöründen verebiliriz. Turizm Bakanlığı'ndan Turizm Yatırım ve İşletme Belgesi almış bir tesisin başka bir yerden işletme izni almasına gerek yoktur. Oysaki, bir emniyet amiri veya belediye başkanı, başka bir yasadan doğan hakkı nedeniyle her odadaki minibar için ayrı ayrı içki satış ruhsatı talep edebilmektedir. 200 odalı bir otel, 200 aynı içki satış ruhsatı almaya zorlanmaktadır... Daha yatırıma başlamadan, işin başında bir şirket kurmak için bile 19 ayrı kapıya başvurmanız gerekmektedir.’’

Gelişmekte olan ve hatta gelişmiş ülkeler, yatırım çekebilmek için her türlü cambazlığı ve kolaylığı yaparken Türkiye'de durum bu. Türkiye bununla ilgili çözümü buluyor.

‘‘Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu’’ diye bir kurul kuruldu. Ancak işlev kazanamıyor. Yani çözüm uygulamaya geçemiyor. Nedeni basit.

Devletin hiçbir kurumu, elindeki yetkiyi başka bir yere devretmeye, bırakın devretmeyi paylaşmaya yanaşmıyor. Yatırım yapabilmek için kapısını çalmak zorunda olduğunuz onlarca kurum bu durumdan hoşnut. Varlık nedenleri bu çünkü. İşadamları kapılarına gidecekler. Bekleyecekler. Sürünecekler.

Bu kurumlarda çalışanlar kendilerini önemli hissedecekler.

Hatta bazı ‘‘ahlaksızlar’’ bu işlemlerin yapılmasından şu veya bu şekilde nemalanacaklar.

Ve ne yaparlarsa yapsınlar ay başında maaşlarını alacaklar.

Bu iş kendi haline ve bu düşünce yapısındaki bürokratlara bırakılırsa hiçbir şey değişmez.

Bu iş ‘‘güçlü bir siyasi otorite’’ işidir.

Bu konuda ‘‘söz’’ vermiş olan Başbakan Erdoğan bu sözünü tutmak, bu işi bıçak gibi kesip atmak zorundadır.

Bu mesele zamanla olmaz. Zamanla olacak tek şey, siyasetçinin bürokrasinin kucağına oturup, çarkın bir parçası olmasıdır. Türkiye bugüne kadar hep bundan dolayı bir adım ilerleyememiştir. Bürokrasinin maaşları ödenmez hale gelinceye kadar, bürokrasi bu sistemin değişmesine izin vermez.

Tazminat davaları


HINCAL Uluç, yüklü tazminat davalarının yazarların özgürlüğünü kısıtladığına dikkat çekiyor. Haklı... Pek çok yazarın ‘‘tazminat talebi’’ korkusuyla otosansür uyguladığını biliyorum.

Çünkü yasalar bu duruma göz yumuyor. Türkiye'de en kolay şey dava açmak. Hele hele tazminat davası. Git harcı yatır, davayı aç. Kazanamazsan harcın iade. At yarışından iyi. Kaybetsen bile kaybetmediğin bir kumar.

Oysa ilk yapılması gereken değişiklik, davayı açanın harcına el konulması.

Bu, dava açana da bir ‘‘izan’’ getirecektir. Yargının dava yükünü de azaltacaktır.

Gazeteciye düşen ise doğru bildiği yolda ‘‘davadan’’ korkmamaktır. Yazdığın doğruysa, yazdığına inanıyor ve güveniyorsa tazminattan, davadan ürkmemeli.

Yazılarım nedeniyle şu anda 2 bini aşkın davayla uğraşıyorum. Bunların yüzde 99.9'u aynı kişi ve grup tarafından açılmış davalar.

Benden istenen tazminat miktarı 30 küsur trilyon.

Mesaimin bir bölümü adliyelerde geçiyor.

Gerekirse bütün günüm orada geçecek.

Ama yazmaktan geri kalmayacağım. Yazdıklarımın doğruluğuna, belgelerime ve Türk adaletine güveniyorum.

İbrahim Tatlıses, Almanya'da bir kadına tecavüz ettiği iddiasıyla aranıyordu. Bunu bir dizi haber yaptık.

‘‘Yalaaan’’ diye bağırdı ve 500 milyar liralık tazminat davası açtı.

Belgelerimizi sunduk.

Doğruluğu ortaya çıktı. Takipsizlik kararı verildi.

Tatlıses'in tehditlerinden, dava miktarından korksaydık hem haberi yapamayacaktık, hem de haklılığımızı gösteremeyecektik.

Ama yine de Uluç haklı. En azından yerli yersiz dava açmanın önüne geçmek için davayı kaybedenin dava harcını iadesini önlemek lazım.

Hiç değilse devletimize bir gelir olur.

Önce çalarlar, sonra sergilerler


BAĞDAT'ta Ortadoğu tarihinin en nadide parçalarının yağmalanışını yazmıştım. Bu yağma ‘‘barbar Arapların’’ kendi tarihlerine saygısızlığı gibi görüldü ne yazık ki!

Ancak ben hiç ama hiç o kanaatte değilim. Bu yağma son derece bilinçli bir yağmadır. Ve Irak'ın sadece çocukları, geleceği, doğal varlıkları değil, tarihi ve geçmişi de Batı'ya, medeniyete kurban ediliyor.

Bağdat'taki ulusal müzeden yağmalanan tarihi eserler bir süre sonra Batı'nın ‘‘kültür’’ başkentlerinde birer birer ortaya çıkacak emin olun. Dünyanın en büyük hırsızlığının ‘‘utanmazca’’ sergilendiği British Museum'da, parayla dünya tarihinin satın alınarak ‘‘gemişsiz’’ Amerikalıların ‘‘anlayabilenlerine’’ gösterildiği Metropolitan Museum'da bu soygunun en nadide parçalarını görebileceğiz. Christie's gibi, Sotheby's gibi ‘‘çalıntı mal’’ mezatlarının mabetlerinde bu talanın daha az değerli bölümlerinin milyonlarca dolara satıldığını göreceğiz.

Amerika'nın değişik kentlerindeki ‘‘vakıf’’ müzelerinde bile Ortadoğu tarihinin izlerini bulabileceğiz. Bunları bulamayacağınız tek yer Ortadoğu olacak. Farkında mısınız bilmem ama Amerika ve İngiltere, dünya tarihini hızla geri sarıyorlar. Her türlü talana izin verecek bu geri sarışın, çok kanlı sonuçlar doğurmasından korkmaya başladım.

NOT: Irak tarihinin talan edilişini duyurduğum yazıma verdiği tepkiden ötürü Profesör Celal Şengör'e çok teşekkür ederim. Kimsenin umursamadığını sandığınız bir yazının yankılanışını duymak çok güzel.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türkiye'yi yönetenler Türk halkına karşı gösterdikleri cesareti, uluslararası ilişkilerde de gösterebildikleri zaman.
Yazarın Tüm Yazıları