Dedikodumu yapmayın kulağıma geliyor

CUMARTESİ gecesi. Yer İstanbul’un Sunset Restoran’ı.

Güneş Taner yemekte. Yanında Refahyol döneminde ‘İstifaya kıl kadar’ yakınım deyip bakanlığı kapınca istifadan vazgeçen Turizm Bakanı Bahattin Yücel.

Sohbetin konusu Fatih Altaylı. Yani ben.

Güneş Taner ahkám kesiyor: ‘Fatih Altaylı yazıyor, bunlar da zenginlerin üzerine geliyorlar. Kardeşim, koyun-keçi satmakla devlet zengin mi olacak?’

Peki Fatih Altaylı kimi yazıyor? Uzan Ailesi’ni yazıyor, Mehmet Emin Karamehmet’i yazıyor.

Devletin milyarlarca dolarını cebe indiren, şimdi de biri bunun hesabını veren, diğeri ise ‘konjonktür gereği’ kurtulan kişileri yazıyor.

Zenginden kasıt bu mu?

Değil elbet ama bu ikisi de Güneş Taner’in dostu.

Hem de ‘kadim’ dostu.

Güneş Bey, bu yüzden benim bunları yazmamı hazmedemiyor.

Bu yüzden de benim yazdıklarımı ‘zengin düşmanlığı’ seviyesine indiriyor.

Oysa ben zengin düşmanı değilim. Ben elini devletin kasasına sokanların düşmanıyım.

Oysa bunu benim yerime Güneş Taner’in yapması gerekirdi. Çünkü devletin hazinesi, çeşitli dönemlerde bana değil, Güneş Taner’e emanetti.

Devletin hazinesine el sokanlar, Güneş Taner’in dostuysa bu benim kabahatim mi?

Dinleme kayıtları vicdanlarda yargılanmayacak mı?

YARGITAY
Başkanı Eraslan Özkaya, geçen haftanın sonunda ‘ilginç’ bir açıklama yaptı. Kendisiyle ilgili durumu değerlendirirken, ‘Emekli olmama üç ay kala istifa etmem’ dedi.

Kendi değerlendirmesidir. Ben kendi adıma Yargıtay Başkanı’nın ‘kötü niyetle’ bu işe karıştığını düşünmüyor olabilirim ama kurumu ve makamı korumak için istifa veya ‘izin’ müessesesini çalıştırması gerektiğini düşünüyorum.

Hele hele ‘üç ay kala’ mantığını anlamam mümkün değil. Gerekirse üç saat kala bile istifa edilir. Fakat benim asıl ‘takıldığım’ olay bu değil.

Biliyorsunuz, Türkiye birkaç ay önce ‘Neşter 2’ adlı bir operasyonla sarsıldı. Önemli davaların sanıkları, devletle başı dertte olan bazı kurumların üst düzey yöneticileri ile bazı Yargıtay üyeleri ve bunların ailelerinden kişilerle ilgili bazı ‘bant kayıtları’ ortaya çıktı.

Emniyet, kimi şüpheliler için ‘dinleme’ yaparken, oltaya ‘dinleme listesinde olmayan’ kişiler takılmıştı.

Yargıtay Başkanı bu dinlemelerin ‘hukuki delil’ sayılmayacağını, çünkü dinleme kayıtlarının ‘yasal’ olmadığını öne sürdü ve bu kayıtların hiçbir şey ifade etmediği belirtti.

Benim asıl ağırıma giden işte bu oldu. Diyelim ki, bir mafya üyesinin telefonunu ‘yasal olarak’ dinlenen bir kişi arıyor ve dinlendiğini bilmediği için devletin güvenliğini tehlikeye düşürecek veya düşürmüş bazı icraatını anlatıyor.

Şimdi bu mafya üyesinin söylediklerini, dinlenen telefon kendisininki olmadığı için yok mu sayacağız?

Üstelik burada ‘dinlemeye’ takılanlar arasında yargı üyeleri de var. Yani ‘lekesiz’ olması gereken ve öyle olduğuna inandığımız bir kurumun üyeleri.

Yargıtay Başkanı, ‘hukuk’ açısından haklı olabilir. Bu kişileri yargı önüne çıkarmak ve aklanmalarına veya mahkûm olmalarına sebebiyet verecek bir süreci başlatamayabiliriz.

Ama ya vicdanlar...

Hakkında çeşitli iddialar ortaya atılan kişilerin vicdanlarda yargılanmasını nasıl engelleyeceksiniz?

Türkiye’nin en saygın hukuk kurumunun zedelenmesine, bu kurumdaki çürük elmaların ayıklanmamasının toplumda yaratacağı ‘sıkıntıya’ nasıl katlanacaksınız.

Bunları yargılayıp gerekeni yapacağınıza, saygın bir kurumun halk vicdanında ‘lekelenmesine’ nasıl göz yumacaksınız? Özkaya’nın üç ayı kalmış olabilir. Ama bu Yargıtay bize daha çoook lazım...

Ne güzel söylemişti Selim Edes

NEŞTER
2 soruşturmasında ‘sanık’ olması gerekenlerin bir bölümünün yargıya hesap vermekten kaçacaklarını, Yargıtay Başkanı’nın sözlerinden anlamak mümkün. Burası Türkiye. Kişiler, kurumlardan önemli olduğu için bu durumu normal karşılıyorum ve istifası için yırtındığımız Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dan özür diliyorum.

Ama ‘yasal olmayan’ dinleme kayıtlarından ortaya çıkan Neşter 2 Skandalı’nın gün gibi aşikár olduğunu biliyorum. Bu davada ‘hangi meblağların’ el değiştirdiğini, kimlerin aracılık ettiğini, şimdi artık AKP’de olmayan hangi AKP’li milletvekilinin bu işin içinde olduğunu pek çok meslektaşım gibi ben de biliyorum.

Ama ne yazık ki, Selim Edes’in Engin Civan’a söylediği tarihi söz burada da gündeme geliyor: ‘Rüşvetin belgesi mi olur pez....’

Olmuyor. Olan da ’yasadışı’ bulunuyor.Belge olmadığı için biz de yazamıyoruz. Yapılan, yapanın yanına kár kalıyor. Kahroluyorum...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Emanete hıyanet edenler, emanete sahip çıkanlara sövmedikleri zaman.
Yazarın Tüm Yazıları