UZAN Ailesi'ne ait çiftlikten orta boy bir cephanelik çıktı.
Kimi ruhsatlı, kimi ruhsatsız onlarca tabanca, yivli, yivsiz tüfekler, on bini aşkın mermi ve bir adet Uzi otomatik silah. Ölüm makinesi...
İddiaya göre silahlar Hakan Uzan'ınmış. Hakan Uzan'ı bunca silah sahibi olmaya iten ‘‘ruhsal’’ veya ‘‘biyolojik’’ gerekçeleri tartışmak istemiyorum.
Ancak bir insanın Uzi silah sahibi olmak istemesi ilginç bir durum. Bundan daha da ilginci, bu korkunç silahın Hakan Uzan'a 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından hediye edilmiş olması.
Demirel-Uzan ilişkisini bu köşede yıllardır irdeledik.
Adapazarı-İstanbul arasında çalışan trenlerde çiklet satarak hayata atılan Kemal Uzan'ın müthiş zenginliğinde ‘‘hukuksuzluğun’’ yanı sıra ‘‘Süleyman Demirel’’in de etkisi olduğu bilinen bir gerçek. Ama bu ilişki ne boyutta olursa olsun bir cumhurbaşkanının bir işadamına benzeri ancak teröristlerde bulunan bir silahı hediye etmesi ‘‘kabul edilebilir’’ bir olay değil. Bütün bu olan bitene bakınca, geçmişi şöyle bir hatırlıyorum.
Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlık süresi sona ermek üzere. Türkiye'de kıyamet kopuyor. Gazeteler, yazarlar, siyasetçiler Demirel'in görev süresini 5 yıl uzatmak üzere müthiş bir kampanya yürütüyorlar.
‘‘İstikrar için Demirel'in kalması şart’’ palavralarından geçilmiyor. O günlerde bu köşe dışında Demirelci kesilmemiş kimseye rastlamak zor.
Ben ise burada Demirel'in gitmesi gerektiğini bas bas bağırarak yazıyorum. Hatta Meclis'te Demirel'in bir dönem daha görev yapmasına imkán sağlayacak kritik oylama öncesi Demirel'in başkahramanı olduğu ‘‘İlksan dosyasını’’ bir kez daha açıyor ve kimin görev süresini uzatacaklarını milletvekillerine bir daha hatırlatıyorum. Ve Demirel gidiyor, sonrasında Sezer geliyor.
Benim Sezer'i eleştiren yazılarımdan sonra bazıları arayıp, ‘‘Demirel gitsin diye uğraşmıştın. Bak gördün mü?’’ dediler hep. Ben ise hiç pişman olmadım. O gün Demirel'i siyasi tarihe gömen milletvekilleri de hiç pişman olmasınlar. Ne kadar doğru yaptıklarını kanıtlamak için şu Uzi meselesi bile yeter.
Yazan değil yazamayan korkar
BAZEN gazeteciler, televizyoncular vuruluyor. Ben bunları iki ayrı şekilde ele alıyorum. Birisi ülkede destabilizasyon yaratmak için vurulanlar, diğeri ise ilişkilerinden ve yazmadıklarından dolayı vurulanlar. Yazdıklarından dolayı vurulan yazar sayısı bence çok azdır.
Çünkü yazdığınız anda bilginin ağırlığından kurtulursunuz. O bilgi artık toplumun malıdır. Çetrefilli işleri, tehlikeli aileleri veya grupları hedef alan çok yazım oldu. Zerre korkmadım. Bazı meslektaşlarım gibi, ‘‘ruh hastalığı düzeyinde’’ korunmadım. Çünkü hiç karanlık ilişkim, kendime sakladığım bilgi olmadı.
Bildiğimi, bulduğumu, kanıtladığımı yazdım.
Ama gazetecilikten gelen gücünü kendi için kullananlar, karanlık ve loş güç odaklarıyla ilişkilere girenler, yazdıklarıyla değil, bilip yazmadıklarıyla güç kazananlar hep korktular. Hep ‘‘fazla’’ korundular. Ama hedef olmaktan kurtulamadılar.
Bir gazeteci bacağından, kolundan vurulunca ben ‘‘Ne yazmıştı’’ diye düşünmem hiç.
Benim aklıma ‘‘Acaba neyi yazmamıştı’’ sorusu gelir.
Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin mülki amirleri
İSTANBUL Valisi'nin ve Emniyeti'nin gücünün sadece Galatasaray'a yetip yetmediği ortaya çıkacak. Federasyon, Fenerbahçe-Galatasaray maçının oynanma saatini 19.00 olarak belirledi. Şimdi son söz, yapılacak ‘‘güvenlik toplantısı’’ sonrası Vali ve Emniyet Müdürü'nde olacak.
Bazıları ‘‘Dağ başındaki statla şehrin içindeki stat bir olur mu?’’ diyorlar. Ama işin aslı öyle değil. Fenerbahçe Stadı'nın çevresindeki sokaklar, ne yazık ki, her maç öncesi müthiş bir arbede ortamına dönüşüyor. Bağdat Caddesi'nin sonu Bağdat'a dönüşüyor ve gerilla savaşları yaşanıyor. Son üç yılda, bu stat çevresinde olan olayların bantları bende mevcut ama banda gerek yok, her şey hafızalarda taze. Maç çıkışında otoyol üzerindeki köprülerden atılan taşlar, bırakın taraftarı Galatasaray takımını taşıyan ve ‘‘sözde’’ eskort korumasındaki araca yapılan tacizler bile biliniyor. Bütün bunlar ortadayken o ortama ‘‘güvenli’’ demek imkánsız. Bu arada bir şeyi daha merak ediyorum.
Galatasaray-Fenerbahçe maçında bir açık tribünün tamamı ‘‘güvenlik’’ nedeniyle boşaltılmış ve Fenerbahçe taraftarına ayrılmıştı. Acaba aynı şey Saracoğlu Stadı'nda yapılabilecek mi? İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü, mülki amirliklerini gösterebilecekler mi? Yoksa Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin istemlerini mi yerine getirecekler?
NOT:Hıncal Uluç maçın gece oynanmasını doğru bulduğunu yazmış. Yıllardır evinde oturup maç seyreden adam için gece gündüz fark etmez elbet.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İktidarı eleştirmek için bu köşede gün ışığına çıkmış haberleri kullananlar, bu köşenin yazarına çamur atmadığı zaman.