ADALET Bakanı Cemil Çiçek ile yaptığımız sohbette, Çiçek’in de imam hatip okulları ile ilgili olarak benden farklı düşünmediğini ve Çiçek’in görüşlerinin AKP içinde de geniş bir katılıma sahip olduğunu gördüm.
Adalet Bakanı, devletin imam hatipler dışında din eğitiminde çok önemli bir yeri olduğunu ve bunun bir ‘Müslüman kimlik’ değil, bir ulusal güvenlik meselesi olduğunu düşünüyor.
Çiçek, din eğitimi konusunu Milli Güvenlik Kurulu’na götürmeyi planlıyor ve meselenin orada çok boyutlu olarak ele alınmasını istiyor.
Çiçek,‘Din eğitimi eğer devlet eliyle ve devlet kontrolüyle yapılmazsa çok vahim sonuçları olabilir’ diyor ve anlatıyor:
‘Bugün bu mesele her zamankinden büyük önem kazandı. 11 Eylül sonrası bazı radikal grupların yükselişini gördük. Çevremiz zaten malum. Türkiye yıllarca İran fobisi yaşadı ama şimdi daha tehlikeli bir biçimde Irak var. Irak’ta kimlerin hangi maksatla yuvalandığını biliyoruz. Bölgede yükselen anti Amerikan tavırla birlikte vahim gelişmeler olabilir. Türkiye kendini bunlara karşı korumak zorunda. Bu yüzden din eğitimini başı boş bırakamazsınız’ diyor ve Almanya örneği veriyor:
‘Türkiye’den Almanya’ya ciddi biçimde işgücü ihracı 1960’ların başında başladı. Toplumun en eğitimsiz kesimini, bırakın büyük kenti, kasabasını görmeden Almanya’ya yolladık. Ve ne yazık ki, bunların dini ihtiyaçlarını karşılayacak önlemleri almadık. Türkiye 1980’e kadar buralara din görevlisi yollamadı. Sonuç ne oldu? Oradaki vatandaşlarımız tarikat adı altında örgütlenen din tacirlerinin eline düştü. Bazı vakıflar oradan çıktı, Kaplancılar dediğimiz yapı oradan çıktı. 1980’de din adamı yollamaya başladık ve sorun hal yoluna girdi. Aynı şey Türkiye için de söz konusu.’
Bakan Çiçek bu nedenle din eğitiminin devlet eliyle ve mutlaka verilmesi gerektiğini düşünüyor.
‘Sağlıklı din eğitimi verilmediği zaman Hizbullah mezarları oluyor. O görüntüleri kimse unutmasın. Bunlar dinin yanlış ellerde hatalı yönlendirilmesi sonucu ortaya çıkmış tablolardır’ deyince soruyorum:
‘Sayın Bakan, AKP’nin radikal tabanı içinde ve hatta bazı gazeteler Hizbullah’ı bile destekleyecek kadar ileri gidiyor. Buna ne yapacaksınız?’
‘Her yerde aşırı uçlar var. Bunları niye ciddiye alıyorsunuz ki! Bunlar kaç kişi. Gazete diyorsunuz. Kim okuyor, kim ciddiye alıyor. Abuk sabukluğun sınırı var mı? Yok. Toplumun çoğunluğunu bağlar mı, etkiler mi? Hayır.’
Adalet Bakanı’nın görüşleri böyle.
Açıkçası Çiçek’le konuşunca moralim düzeliyor. Derine işlemiş bir sağduyu görüyorum.
İnşallah AKP içinde yaygın bir sağduyu haline gelir.
Bize yalancı diyenler özür dileyecek mi?
İLK olarak Kanal D’de yayınlanan öğretmenevinden çarşafıyla çıkan kadının görüntüleri daha sonra bütün gazetelerde kullanıldı ve kıyamet koptu.
Birileri çıkıp, ‘Bu kurgu bir haber. O kadın aslında erkek’ dedi ve bizimle birlikte bu haberi yayınlayan bütün herkesi töhmet altında bıraktı.
Haber DHA’nın haberiydi ve biz de DHA’ya güveniyorduk.
Hepimiz araştırmaya başladık. Bu itham doğru olabilir miydi?
Habere güveniyorduk ama yine de dedik.
Bu gazetelerin sahibi bile konuya ciddiyetle eğilmemizi ve araştırmamızı istedi.
İhtimal vermiyorduk ama kandırıldıysak bunun bedelini ödemek zorundaydık.
Neyse ki, haklı çıktık. Çarşaflı kadın, onun yanındaki kadın hepsi çıktılar ve gerçeği ortaya serdiler.
Peki şimdi soruyorum, biz bu habere kellemizi koymuştuk.
Bizi yalancılıkla suçlayanlar, aksini iddia edenler de bu işe kellelerini koyabiliyorlar mı?
Çıkıp, ‘Biz alçaklık yaptık. Hiçbir bilgiye dayanmadan kadının tipine bakıp bu erkektir diye çamur attık’ deme cesaretini gösterebiliyorlar mı?
Bu haberi yapan muhabirlerden, Doğan Haber Ajansı’ndan, bu haberi gazetelerine koyan editörlerden ‘Özür diliyoruz’ diyebiliyorlar mı?
Diyemiyorlarsa o çarşafın altına kendileri girsin.
Çünkü çok yakışırlar ve kimse de ‘Çarşafın altında bir delikanlı var’ diyemez.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sağdaki bağnazlık kadar soldaki bağnazlığın da tehlikeli olduğunu anladığımız zaman.