HAVUZ problemleri, Türk Milli Eğitimi’nin vazgeçilmez bir parçasıydı. Artık Türk futbolunun vazgeçilmezi oldu.
Fenerbahçe sözcüleri, geçtiğimiz sezonun sonlarına doğru ‘Anadolu kulüplerine şirin gözükmek için’ naklen yayın gelirlerinin eşit paylaşılacağı anlamına gelen açıklamalar yaptılar.
Bu açıklamalar üzerine Anadolu kulüpleri heyecanlandı ve yıllar önce ‘binbir zorlukla’ çözülmüş olan naklen yayın havuzu gelirlerinin paylaşımı konusu yeniden gündeme geldi.
Milletvekilleri ve bakanlar sayesinde konu birdenbire popülist siyaset meselesi haline getirildi.
Şimdi kuyuya atılan bu taş çıkarılmak isteniyor.
Ele alınan örnekler ise Avrupa’nın bu gelirleri nasıl paylaştığı üzerine.
İyi ama Türkiye’deki futbol taraftarlığı yapısı Avrupa’ya hiç benzemiyor.
Avrupa’nın hiçbir kulübünün, bazı küçük istisnalar dışında ülke geneline yayılmış bir taraftar kitlesi yok.
Orada taraftar sayıları ve kulüplerin ülke ligindeki ağırlıkları birbirine yakın.
Özellikle Türkiye’nin yeni sistemde örnek alır gibi yaptığı İngiltere liginin Türkiye ligi ile uzak yakın benzerliği yok.
Türkiye’de Galatasaray ve Fenerbahçe ligin ağır yükünü taşıyorlar.
Onu Beşiktaş, arkadan da Trabzonspor takip ediyor.
Bu takımların marka değeri, izlenme oranları, televizyon yayınlarına getirdikleri katma değer, diğer kulüplerin kat be kat üzerinde.
Üstelik bu durumun takımların başarısıyla ilgisi de yok. Yenilse de, yense de, bu takımlar ‘büyük’.
Hal böyleyken eşit paylaşım, büyük kulüplerin kabul edemeyeceği bir gerçek.
Eğer eşit paylaşım olacaksa, büyük kulüpler havuzdan çıkmalı.
Çıkmak zorunda.
Çünkü o zaman büyükler olmadan ligin değerinin kaç para olacağı anlaşılacak ve herkes sesini kesecek.
Bunun karşılığında belki birkaç yıl büyük takımların maçları yayınlanamayacak ama hesap da ortaya çıkacak.
Büyük kulüpler bir iki yıl, eşit paylaşımla ‘devede kulak’ boyutuna gelecek naklen yayın gelirinden mahrum kalma pahasına bu gerçeği göstermeli.
Başka çare yok.
İyiyi de, kötüyü de
BAŞBAKANLIK sözcüsü Mehmet Akif Beki aradı. Mehmet Akif, sözcülük görevine getirildiğinde çok eleştiren oldu.
Ben öyle düşünmedim.
Çünkü tanıdığım Mehmet Akif Beki, yurtdışı tecrübesi olan, yabancı dil bilen, son derece sıcak ilişkiler kurabilen ve açık fikirli bir gazetecidir. Başbakan’ın basın danışmanları arasında yer alması son derece doğru bir karardır. ABD’de de yönetimlere yakın genç profesyonellerin bu gibi görevlere getirildiği biliyoruz.
Neyse lafı uzatmayalım, Mehmet Akif Beki aradı ve ‘Fatih Bey, bütün Batı basınında çıkan en sert yazıyı bulup köşenize taşımışsınız’ dedi.
The Times’ta yayınlanan ve benim alıntı yaptığı yazıyı kastediyordu:
‘Peki Mehmet Akif, bu yazı yazılmadı da ben mi uydurdum’ dedim.
‘Yazıldı yazılmasına da olumlu yazılar daha fazla’ dedi.
Ben güldüm.
‘Onları zaten Tayyip Bey’e gösteren çok olmuştur, ben bu yazıyı da görsün istedim’ dedim.
‘Ama bu yazı haksızlık derecesinde ağır’ dedi.
‘Haklı olabilirsin ama bak’ dedim, ‘ABD’nin en önemli iki gazetesinde Post ve NY Times’ta, İngiltere’de The Times’ta üç karşıt yazı. Bunlar herhangi gazeteler değiller. Bunlar yönetimlerin trendini gösteren gazeteler’ dedim ve ekledim:
‘Bunları görmezden gelir ve olumlu yazılanları dikkate alırsanız hata yaparsınız.’
Beki de benim haklı olduğumu biliyordu.
‘Alıyoruz. Merak etmeyin’ dedi.
Başbakanlık Basın Sözcüsü ile konuşmamızda dünkü yazımı da ele aldık. Başkan Bush’un, Başbakan Erdoğan’ın özellikle Suriye ile ilgili önerilerine kayıtsız kalmadığını, tam aksine Büyük Ortadoğu Projesi’nin geleceği ile ilgili olarak Erdoğan’ın görüşlerini dikkate aldığını gösterdiğini ve Suriye konusunda Türkiye’nin ‘demokratikleştirme tezi’ne sıcak yaklaştığını da aktardı.
NOT: Başbakanlık Sözcüsü Mehmet Akif Beki yabancı basında çıkan haberleri derleyip yolladı. Olumlu olumsuz dengesi var. Bush’un Türkiye’ye yeterince öneri götürmediği ve Türkiye’nin taleplerine duyarsız kaldığı pek çoğunda vurgulanıyor.
Eğlence yerinde silahın işi ne
REINA’nın patronu Mehmet Koçarslan iki yıldır yırtınıyor: ‘Eğlence yerlerine silahla girmeyi yasaklayalım’ diye.
Ama kulak veren olmadı.
Tam aksine, geçen yıl pek çok eğlence yeri kana bulandı. Pek çok genç hayatını kaybetti.
Koçarslan haklı olarak, ‘Buralarda alkollü içki satıyoruz. Biraz içki, biraz stres her an bir olay patlayabiliyor. Vay bana yan baktın, vay yanımdaki kıza baktın, kız sana baktı derken gerginlikler oluşuyor. Belde silah olunca olayın önü alınmıyor. Burası eğlence yeri. Nasıl ki, maça, stada silah sokulamıyorsa buralara da sokulmasın.’
Koçarslan haklı.
Ben de onu soruyorum: ‘Kapıda silahla sokmayın.’
‘O da zor’ diyor. ‘Çünkü yasal bir engel olmadığı için gelen kapıda silahını teslim etmek istemiyor. Kilitli dolaplar yaptırdık, silahını koyan anahtarını kendi alıyor ama buna rağmen sorun oluyor. Ayrıca ben silahlı sokmuyorum ama başka yerler sokuyor. Genel bir çözüm lazım.’
Koçarslan’ın önerisi açık: ‘Bir yasal düzenleme yapılsın ve buralara silahla girmek yasaklansın.’
Bence haklı. Sizce...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yapmaya çalıştığımız işleri bozanlara müsamaha göstermediğimiz zaman.