PAZAR günü öğleden sonra evde oturuyorum. Akşam Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Çırağan Sarayı’nda yemeği var. ‘Erken çıkayım da, güvenlik müvenlik sıkıntı olmasın’ diye düşünüyorum. İşin kötüsü, bir gün sonra da Topkapı Sarayı’nda Başbakan’ın yemeği var.
Evden çıkmadan evvel NATO Haftası nedeniyle İstanbul’dan kaçıp kızımla beraber Ayvalık’a, annesinin yanına giden eşimi arıyorum.
Eşim hal hatırdan sonra telefonu kızıma veriyor. İlk cümle içime işliyor: ‘Babacım seni çok özledim. Hemen yanımıza gel.’
‘Gelemem Zeynep, bu akşam katılmam gereken bir yemek var. Yarın da Başbakan’ın daveti var’ diyorum. ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti mi?’ diyor Zezo.‘Evet Bush da gelecek. Gitmem lazım’ diyorum.
‘Oraya gitme buraya gel. Bush denen adamı benden çok mu seviyorsun?’
4 yaşındaki bir çocuktan gelen bu müthiş soru içime ‘gülle’ gibi oturuyor. Telefonu kapatıyorum. İstanbul Deniz Otobüsleri’ni arıyorum. NATO nedeniyle sefer yok.
Saat 17.00. Bir hesap yapıyorum. En geç 20.30’da Çanakkale’deyim.
Giymek için çıkardığım laci takımları dolaba koyuyor, bir blucin bir tişört kızıma gidiyorum.
Akşam Topkapı Sarayı’nda Bush ve liderlerle ‘müthiş övgüye layık yemekleri’ değil, kızımla en sevdiği köfte-patatesi yiyoruz.
Liderlerin katıldığı yemeklerde neler olup bittiğini gazetelerden okuyorum. Perşembe günü Egemen Bağış, Ankara Büromuzu ziyaretinde soruyor: ‘Fatih Bey’in davetiyeleri eline geçmemiş mi? Yemeklerde yoktu.’
‘Kızımı tercih ettim’ diye haber yolluyorum.
Anlıyor mu bilmiyorum.
İnsanlar ‘önemli kişilerle’ beraber olmaktan keyif alıyorlar. Kendilerini önemli hissediyorlar.
De Gaulle’den Bush’a ne değişti?
ABD Başkanı Bush’un Galatasaray Üniversitesi’nde konuşacağını epeydir biliyordum. Üniversitede öğretim görevlisi arkadaşlarımla konuşunca, teklifin üniversiteden değil, ABD tarafından geldiğini öğrendim. Chirac’ın ‘Geleceğim’ deyip de gelmediği ‘Francophone’ Galatasaray’a, ABD Başkanı Bush kendini davet ettiriyordu.
Okul yönetimi de haklı olarak bu davete evet demişti. Galatasaray camiası da bu konuda ikiye bölündü. Bir kısmı Bush gibi nefret edilen ve saygı duyulmayan bir liderin Galatasaray’da konuşmasını ‘kınarken’, bir kısmı da ne olursa olsun dünyanın en önemli liderinin Galatasaray Üniversitesi’ni seçmesinin önemli olduğunu düşünüyordu. Açıkçası ben seçimin ‘manzara’ nedeniyle yapıldığını anlamıştım ve pek bir şey düşünmedim. Sadece dünya televizyonlarında GS amblemini görmek, fanatik bir Galatasaraylı olarak hoşuma gitti o kadar.
Tabii bir de bizim 10-11 yaşlarında top peşinde koştuğumuz, denize kaçan topları almak için uğraştığımız bahçede Bush’un konuştuğunu görmek ilginçti.
Bush, Galatasaray Lisesi’ni ziyaret eden üçüncü devlet başkanı.
İkincisi efsanevi Fransız Devlet Başkanı De Gaulle’dü. Ve şimdi de ABD Başkanı Bush.De Gaulle deyince aklıma Ferhan Şensoy geldi. De Gaulle 100. yılında Galatasaray’a gelmiş, Tevfik Fikret Salonu’nda konuşuyor. Ferhan Şensoy da üst kattan hafif sesle bir koro başlatıyor:
‘İ... De Gaulle, i... De Gaulle.’
Koro giderek yayılıyor ve salondaki talebeler işin cılkını çıkarıyorlar.
De Gaule de dayanamıyor ve yanındaki okul müdürü, nur içinde yatsın Muhittin Sandıkçıoğlu hocamıza eğilip soruyor:
‘İ... ne demek.’
Müdür bozmuyor ve açıklıyor: ‘Çok yaşa De Gaulle demek.’
De Gaulle konuşuyor, konuşuyor ve Galatasaray’a iltifatla bitiriyor: ‘Alors, i... Galatasaray.’
Nereden nereye...
Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın elleri gizli servis elemanlarınca aranır ve Ali Babacan aynı ajanlara ellerini gösterirken, ben bunu düşündüm.
Yok muydu Galatasaray’da Bush’a gereken tezahüratı yapacak birileri?..
Senin başkanın varsa, bizim de başbakanımız var
BUSH’un Galatasaray Üniversitesi’ndeki konuşmasının sonunda, sıcaktan zaten fenalık geçiren bir grup üniversiteden ayrılmak istedi.
Ancak kapıda Bush’un ‘Secret Service’ elemanlarından oluşan bir ‘ızbandut’ grubu yolu kesmişti. ‘Çıkamazsınız. Önce Başkanımız çıkacak’ dediler.
Çıkmak isteyen grubun başında Cüneyt Zapsu, Şaban Dişli, AKP İstanbul İl Başkanı, Rahmi Koç gibi tanıdık isimler vardı.
Kapıda bir tartışma başladı. Zapsu ve Dişli,‘ızbandut ekibine’,‘Kardeşim burası Türkiye. Bizim de Başbakanımız çıkacak. Çıkmak zorundayız’ dediler. Kapıda bir itiş kakış yaşandı ve gizli servis elemanları, üzerlerine yürüyen kalabalık karşısında geri adım atmak zorunda kaldılar ve grup kapıdan dışarı çıkabildi. Zor oyunu bozuyormuş. Keşke benzer bir tepkiyi Beşir Atalay da gösterseydi.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İnsanlık için en önemli hizmetleri kendilerini anlamaktan aciz toplumlar için değil, kendi vicdanları için mücadele eden insanların verdiğini anladığımız zaman.