CEM Uzan’ın İmar Bankası soygunuyla ilişkisi en sonunda ‘kanıtlanabilir’ hale gelmiş olmalı ki, polis tarafından gözaltına alındı.
Görüntülere bakınca, ‘Etme bulma dünyası’ diye düşündüm.
Uzan Grubu ile ilgili yazılarımdan dolayı, çoğu şimdi kaçak durumda olan bu aile tarafından hakkımda 2 binin üzerinde dava açılmıştı. (2 bini aşkınından da beraat ettim. Bazıları hálá sürüyor.)
Her dosya için mahkemeye gidip ifade veriyordum. Her mahkemeye gidişim ciddi bir ‘işkence’ gibiydi. Uzanlar’ın gazete ve televizyonlarından onlarca muhabir Şişli Adliyesi’nin kapısına yığılıyor, girip çıkarken, otomobile binerken sürekli görüntü alıyordu.
Bu arada kamera pilleri ile sağıma soluma vuruluyor, abuk sabuk sorular sorularak aşağılanmaya çalışılıyordum.
Bütün ‘terbiye özürlü’ sorularına, ‘Türkiye’yi soyup soğana çeviren bir çeteyle ilgili yazılarımdan dolayı ifade vermeye geldim’ diye yanıt veriyordum.
Bir gün bir kameraman, kamerasını enseme indirince canım yandı. Dönüp ters ters baktım. Çocuk utandı. ‘Fatih Abi kusura bakma. Biz de buraya gelme meraklısı değiliz; ama ne yapalım’ dedi.
Sırtına vurdum. ‘Tamam tamam, önemli değil’ dedim.
Zaman geçti ve benim haklılığım ortaya çıktı.
Ve dün ekranda Cem Uzan’ı görünce, o günler aklıma geldi.
Bu kez Cem Uzan’ın karşısında aynı kameralar vardı. Ama o benim gibi bir soygunu haber veren yazılarından dolayı değil, soygunun suç ortaklarından biri olduğu iddiasıyla kameraların hedefi olmuştu.
Görüntüleri izledim ve ‘Allahım çok büyüksün’ dedim.
Bu gibilerin ‘ipliğini pazara çıkarmak’ uğruna daha binlerce kez mahkeme kapılarına gitmeye hazırım.
Çünkü ben şerefli bir nedenle orada oluyorum.
Kazandık, aman sevindirmeyin
GALATASARAY-Fenerbahçe maçı oynandı. Galatasaray kazanınca her zaman olduğu gibi ‘farklı gündemler’ oluşturulmaya çalışılıyor.
Aziz Yıldırım, küfürden şikáyet etmiş. Fenerbahçe tribünlerinde ‘bedava biletçiler’ bana 45 dakika söverken niye hiç şikáyet etmiyordu. Üstelik organize bir küfür yoktu. Ayrıca Türkiye’de bütün tribünler Aziz Yıldırım’a küfreder olduysa, ‘Nerede yanlış yapıyorum’ diye bir kendine sorsun.
Maç, ‘Tribün çıkışlarında ve koridorlarda seyirci var’ diye 10 dakika geç başladı.
Oysa oralarda bulunanların büyük bölümü polisti. Üstelik UEFA da bu konuda çok hassas; ama maçları geç başlatmıyor. Dayıyor ‘ağır cezayı’, sıkıysa kulüp yönetimleri çıkış ve merdivenleri boşaltmasın.
Herkes hakem Cem Papila’yı eleştiriyor. Ben de eleştiriyorum.
Ancak ‘Anti Galatasaray’ Erman Toroğlu başta olmak üzere kimse ‘gerçekleri’ görmüyor.
Orhan Ak’ın sarı kart gördüğü pozisyonda Orhan’a ilk tekmeyi yerde savuranın Mehmet Yozgatlı olduğunu kimse yazamıyor. Onun da sarı kart görmesi gerekmez miydi?
Tuncay’a yapılan penaltıymış. Doğru penaltı. Ama Hakan’a yapılan da penaltı. Toroğlu, Tuncay’a penaltı yapıldığını ısrarla yazmış. Ama aynı Toroğlu birkaç hafta önce, bire bir aynı pozisyonda, galiba Fenerbahçe savunmasının rakip futbolcuyu formasından çekerek indirmesinin, ‘Bu sırada top oyunda değil. Top oyuna girdiği anda bırakıyor’ diyerek penaltı olmadığını savunuyordu.
Sonuçta Galatasaray, rakibini ‘eze eze’ bir maç kazandı. 6-0’ın rövanşının alınmasını Rüştü önledi. Buna rağmen anti Galatasaray medya, Galatasaraylıların bu galibiyetin keyfini sürmesini engellemeye çalışıyor.
Nedense kimse Galatasaray’ın, Manchester’ın B takımı olmadığını görmek istemiyor.
Domuz çiftlikleri ve Türkiye reklamları
ABD’nin en büyük gazetelerinden birinin Türkiye temsilcisi aradı geçtiğimiz günlerde.
‘Fatih Bey, Türkiye başta bizim gazeteler olmak üzere yabancı gazetelere bu yıl 300 milyon dolarlık tanıtım reklamı verdi. Ama en iyi tanıtım da, en kötü tanıtım da haberle olur. Haber olacak öyle aptalca işler yapılıyor ki, bunlar gazeteye yazılsa bir anda Türkiye’nin imajına büyük zarar verir’ dedi.
Sonra da konuyu anlattı. Tekirdağ civarındaki iki domuz çiftliği, ilgili belediyeler tarafından kapatılmış, hayvanları kesilmiş, çiftlikler de yerle bir edilmişti.
‘Bu haber Türkiye’nin imajına büyük zarar verir. Bunun farkında değiller mi?’ diye sordu.
Ben de kendisine, bana birkaç gün izin vermesini, konuyu araştırıp haber yapacağımı ve Türkiye’nin bu ayıptan döneceğini söyledim.
Hemen arkadaşlarımı Tekirdağ’a yolladım. Olay doğruydu. Ama yıkılan çiftlik sayısı 2 değil 7’ydi.
Yetkililer, ‘Yönetmeliklere uygun olmadıkları için yıkım yaptıklarını’ söylüyorlardı.
Çiftliklerde bulunan 7 bin domuz kesilip satılmıştı.
Uyulmayan yönetmelikler, geçen mart ayında çıkarılmıştı. Çiftlik sahipleri ise yönetmeliklere uymak için yeterli süre tanınmadığını söylüyorlardı.
İyi niyetli olmayan herhangi bir yabancı muhabir için bu durum, ‘İslamcı iktidarın, domuz çiftliklerine bile tahammül edemediği’ şeklinde haberleştirilebilirdi.
Bu haber Türkiye imajı açısından iyi olur muydu?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Rüyalarımızı gerçekleştirebilmenin ilk şartının uykudan uyanmak olduğunu anladığımız zaman.