TÜRKİYE ile ilgili umutlarım her geçen gün artıyor. Üç gün önce Türkiye’de neredeyse 30 yıldır görmediğimiz bir manzaraya şahit olduk.
Yolsuzluğa bulaştığı iddia edilen bir eski kuvvet komutanı yargı karşısında ‘halka açık’ bir biçimde ifade verdi. Suçlu mudur, suçsuz mudur bilemem. Ama bu ‘açık yargılamanın’ hem ülkenin kurumlarına, hem de yargıya olan güveni artıracağından kuşkum yok. Kimse bundan korkmamalı.
Dün de Yüce Divan, hakkında en fazla iddia ortaya atılmış bakanlardan birini yargılarken mal varlığına el koyulması kararı verdi.
Gerçi ben Koray Aydın’ın ‘haksız servetini’, kendi haksız servetinin KDV’si bile yapmayacak bakanlar tanıyorum ama ‘rüşvetin belgesi yok’.
Yine de bu iki yargılama önemli.
Türkiye’de hesap sorulmaya başlandığının işareti.
Tabii bu kadarla sınırlı kalmaması kaydıyla.
Asıl tutarsızlık Fehmi Kıvanç’ta
YENİ Şafak yazarı Taha Kıvanç, namı diğer Fehmi Koru dün Emin Çölaşan’ı eleştiriyor.
Diyor ki: ‘Çölaşan her yıl yaptığı gibi bugün de Kubilay olayını aynı başlıkla yazacak.’ Ve Çölaşan’ı değişmemekle, kendini tekrarlamakla suçluyor.
Zaten bildiğim kadarıyla Emin Çölaşan bu durumu gizlemiyor ve bundan bir rahatsızlık duyduğunu da söylemiyor. Çölaşan tutarlı.
Burada tutarsız olan Fehmi Koru’nun bizzat kendisi.
Çünkü aynı Koru, beni de eleştiriyor.
Ama beni ‘Bu adam değişti. Niye değişti’ diye eleştiriyor.
Fikirlerimin değiştiğini söylemem mümkün değil ama üslubumun ve bakışımın değiştiğini ben de kabul ediyorum.
Koru değişeni de eleştiriyor, değişmeyeni de eleştiriyor..
Koru galiba kendi ‘takıntılarını’ eleştiremiyor.
Lokomotif raya koyuldu
TÜRKİYE’de ne yazık ki AB konusunu ‘hakkıyla’ bilen gazeteci sayısı ‘yok denecek’ kadar az.
Brüksel’de sabah kahvaltısında arkamdaki masada geçen bir diyaloğu aktarmak istiyorum.
Kendini çok çok önemseyen yaşını başını almış ‘düşünür’ gazetecilerimizden biri, kahvaltıda karşısında oturan genç muhabirle konuşuyor. Günlerden 17 Aralık saat 09.00 civarı. Gece kıyamet kopmuş. AB liderleri Kıbrıs’ı tanımazsanız tarih yok demiş. Başbakan ve ekibi sabaha kadar çalışmış.
Bu ‘mühim’ gazeteciden karşısında oturan gazeteciye sabah yorumu:
‘Eh hayırlısı ile tarihi de aldık.’
Karşıdaki gazeteci şaşkın. ‘Hayır ... Bey, görüşmeler kilitlendi dün.’
‘3 Ekim tamam demişler.’
‘Tamam da bizim kabul edemeyeceğimiz şartlarla..’
‘Allah Allah. O zaman şimdi ne olacak?’
‘Bizim Başbakan Balkenende ile görüşüyor. Sorunu aşmaya çalışıyorlar.’
Ve anlı şanlı gazeteciden içtiğim çayı püskürtmeme, Metehan Demir’in masayı terk etmesine neden olan soru geliyor: ‘Balkenende kim?’
Üstat Brüksel’e gelmiş, Türkiye’nin en kritik zirvesini takip ediyor ve dönem Başkanı Hollanda’nın başbakanını bilmiyor.
Sonra bunlar dönüp yorum yazıları yazıyor, Türk halkını bilgilendiriyorlar.
Aynı şey, siyasetçiler için de geçerli. Birkaç gündür izliyorum. Eleştirilerin hiçbiri ‘doğru noktaya’ yönelik yapılmıyor. Abuk sabuk konular tartışılıyor.
Oysa AB Konseyi’nin 17 Aralık Zirvesi’nden çıkan sonuç bildirgesinde Türkiye açısından ‘ilerde büyük sıkıntı’ yaratacak tek bir madde var.
Ve o madde Türkiye bölümünde değil, genel maddeler arasında gizli.
Bildirgenin genel olarak 5., Genişleme ile ilgili 2. paragrafında aynen şöyle yazıyor:
‘Avrupa entegrasyonuna ilişkin ivme sürdürülürken, Birliğin yeni üyeleri sindirme kapasitesinin gerek Birliğin, gerekse aday ülkelerin genel çıkarları açısından önemli bir mülahaza olduğuna dikkat çeker.’
Yani Türkiye’nin uzun süreden beri hassas olduğu ‘sindirme kapasitesi’, Türkiye bölümünde olmasa da metinde yer alıyor. Peki bu önemli mi? Tartışılan diğer abuk sabukluklardan daha önemli olmakla beraber çok da önemli değil.
Avrupa Birliği’ni gidilecek bir istasyon, buna giden yolu da bir ray olarak düşünürsek.
Türkiye bir lokomotif olarak 17 Aralık’ta rayın üzerine koyuldu.
Şimdi iş lokomotifin kendini itme ve gerisindekileri çekme gücünde.