FUTBOL Federasyonu Başkanı Levent Bıçakcı bir kez daha sınıfta kaldı.
Milli Takımlar Teknik Direktörü Ersun Yanal hakkında türlü iddialar ortaya atıldı.
Bunlar yenilir yutulur gibi değil.
Teşvik primi iddiaları korkunç. Şimdi herkes ‘inkár’ etse de, kamuoyu Cafer’in doğru söylediğine inanıyor.
Böyle bir teknik direktörün, Milli Takım’ın başında kalıyor olması yeterince ‘korkunç’; ama Levent Bıçakcı’nın durumu daha da korkunç. Çünkü bu yayınlar yapılmadan evvel, Star TV’nin Spor Müdürü Serhat Ulueren, Bıçakcı’ya bu yayını yapacağını söylüyor ve ‘Yap yap’ yanıtını alıyor. Belli ki Bıçakcı, Ersun Yanal’ın yıpranmasını istiyor.
İyi de, Yanal’la birlikte Milli Takım da yıpranıyor.
Bu yayının yapılmasını istiyorsan, sonrasında da gereğini yaparsın. Yayını yaptır, Yanal’ın rezil olmasını sağla; ama sonra çık ‘2006’ya kadar hocamızla devam edeceğiz’ de.
Bu ne demek, ben anlamadım.
Böyle bir şey olur mu?
Bir benzetme yapmak gerekirse, evli bir adam düşünün. Sağda solda eşinin ‘ahlaki davranışları’ konusunda konuşuluyor. Hatta konuşulmasını bizzat kendi istiyor.
Sonra da dönüp, ‘Benim eşim iyidir. Biz devam edeceğiz’ diyor.
Bana sorarsanız, federasyonun durumu bundan daha da vahim.
Çünkü diğeri karı-koca ilişkisidir, kimse karışamaz; ama burada hakkında konuşulan kişi sadece federasyonun değil, milli takımların teknik direktörü.
Hani okuma özgürlüğü vardı
ÇALIŞMA ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu dün ilginç bir açıklama yaptı: ‘Gerekli işgücünü tespit edeceğiz ve üniversitelerde buna göre kontenjan ayıracağız. Mühendis lazım değilse mühendislik fakültelerinin kontenjanını kısacağız.’
Doğruluğu tartışılır bir karar.
İsteyen istediğini okur.
Üstelik de bu hükümetin mensuplarının en çok savundukları özgürlüklerden biri de bu değil miydi!
Ya bazıları da, ‘Yahu memlekette bu kadar ilahiyatçıya gerek yok. İlahiyat fakültelerinin sayısını azaltalım’ derse...
Ek protokol düğmesine basıldı
AB’nin 3 Ekim’deki müzakerelerin başlayabilmesi için şart koştuğu ‘Ankara Anlaşması’nın ek protokol ile yeni üyeleri de kapsaması’ meselesi hayata geçiyor.
Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıma anlamına gelecek bu konuda ‘hevesli’ davranmıyordu.
Ancak AB buradan geri adım atmayacağını, üstelik bunun ‘tanıma anlamına gelmeyeceğini’ söylüyordu.
AB’nin son bir ay içinde yaptığı uyarılar sonrasında Türkiye, ‘istemeden’ de olsa adımları başlatmak zorunda kaldı.
Ek protokolün imzalanması için görüşmeler 2 Mart’ta Brüksel’de başlıyor.
Görüşmeleri Türkiye adına Deniz Bölükbaşı ve Ertuğrul Apakan yürütecek.
Bölükbaşı, Irak Savaşı öncesi ABD ile yürütülen pazarlıklarda başroldeydi. Apakan ise Kıbrıs uzmanı.
Pazarlıkların ve ek protokolün yazılmasının 2 ay içinde bitmesi planlanıyor.
Bu iki aya, 8 dile çeviri ve bütün ülkelerce onaylanma da dahil.
Hükümeti en geç iki ay sonra zor günler bekliyor, demek yanlış olmaz.
Yargı kararı işimize gelmeyince
SEKA’nın İzmit fabrikasının kapatılması büyük olay haline geldi. İşçiler direniyor. Bazı gazeteler, bazı gazeteciler işçilere destek veriyor. Direnmek işçilerin hakkı. Tek kelime edemem.
Ama kapatılmaya karşı çıkan gazetelerin tavrı beni eğlendiriyor.
Niye mi? Yazayım.
İdarenin aldığı ‘kapatma’ kararına karşı sendika ve işçiler yargı yoluna başvurdular.
Yargı, fabrikanın kapatılmasında hukuka aykırılık olmadığı yolunda karar verdi.
Ve kapatmaya karşı çıkan yazar ve gazeteler, işte tam burada açığa düştüler.
Çünkü eğer ‘yüce yargı’ fabrikanın kapatılmaması yönünde karar verseydi, bu gazete ve gazeteciler, ‘Hükümet yargı kararlarını hiçe sayıyor. Yargının kapatılmaz kararına rağmen SEKA kapatılıyor’ diye manşet atacak ve hükümeti yargı kararlarına saygısızlıkla suçlayacaklardı.
Ama şimdi yargı, idareyi haklı buldu ve yargı önünde haksız duruma düşenler, kapatılma karşıtları ve onlara destek verenler.
Fakat işlerine gelmediği için yargının adını bile anmıyor, mahkeme kararı sanki yokmuş gibi davranıyorlar.
O zaman da olmuyor.
Çifte standart ortaya çıkıyor.
Herkes kendi işe gelen yargı kararını ciddiye alıyor, işine gelmeyeni yok sayıyor.
Yargı da eli kolu bağlı seyrediyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sevgiyle nefret arasındaki ince çizgiyi çok zorlamadığımız zaman.