ABDULLAH Gül, Çin Dışişleri Bakanı’na ‘Karşılıklı ticaretimizde avantaj sizden yana. Bari bize turist gönderin de, denge sağlansın’ diyor.
Yani benim bir süredir değindiğim konuyu açıyor.
AB ülkelerinden büyük bölümü ile Çin arasında eylül ayı başında yürürlüğe giren anlaşmayı hatırlatıyor.
Çinli bakan ise ‘alay eder gibi’ yanıt veriyor:
‘Bizde 1 milyar kişi var. Nasıl konuk edeceksiniz.’
Gül ne diyor bilmiyorum ama eminim ki terbiyesini bozmamıştır.
Ben olsam, ‘Çoğunuz ufak tefek, bir yatağa üç kişi koyarız’ derdim ve skandal patlardı.
Ama Çinli bakanın yanıtı da terbiye sınırlarını daha az zorlamıyor.
Oysa hatırlıyorum, Çin’in Ukrayna’dan satın aldığı Varyag isimli hurda geminin boğazlardan geçmesi karşılığında Türkiye’ye Çinli turistler gelecek diye bir anlaşma yapılmıştı.
Bakıyoruz, Çinliler buraya değil, Paris’e, Roma’ya, Berlin’e gidiyorlar.
O zamanın yetkilileri yılda 2 milyon Çinliden falan bahsediyorlardı.
O zaman bakanlar mı bizi kandırdı, yoksa Çinliler mi bizim bakanları.
Yoksa Varyag bizim boğazlardan değil de, Seine, Ren ve Tiber Nehri’nden mi geçti?
Ya da Çin’in bize dayı demesi, Boğaz’ı geçinceye kadar mıydı?
İstanbul mu Kandil Dağı mı?
SARIYER ’de bir grup bir süreden beri terör estiriyordu. Her gece silah sesleri, bölgede yaşayan Çingenelere yönelik saldırılar.
Taciz ateşleri.
En sonunda önceki gece polis bu gruba müdahale etme gereği duymuş.
Bir operasyon düzenlemiş.
Ancak silahlı grup, Sarıyer’de bir parkı ele geçirmiş. Sabaha kadar parkta polisle çatışmış.
Silahlı grupla baş edemeyeceğini anlayan polis, ‘Emniyet Özel Harekat’tan yardım istemiş.
Gün ışıyana kadar karşılıklı taciz ateşleri açılmış.
En sonunda sabah saatlerinde parka giren polis silahlı grubun büyük bölümünü ele geçirmiş.
Bu bahsettiğim olay, Hakkari kırsalında, Kuzey Irak’ta falan değil, İstanbul’da geçiyor.
Sarıyer dediğim, İstanbul’da, Boğaz’ın en şirin semtlerinden biri.
İstanbul ne yazık ki, gün geçtikçe daha güvensiz, daha olaylı bir kent haline geliyor.
İstanbul’un güvenliğinin mevcut teşkilat yapısıyla sağlanamayacağı netleşiyor.
Ama İstanbul’u en iyi bilen Başbakan bile bu durumu değiştirecek müdahaleyi yapamıyor.
Bu İstanbul’un Türkiye’nin turizm cenneti olması, tek başına yılda 15-20 milyon turist çekmesi düşünülüyor.
Bu kafayla bu ancak düşünülür, hiçbir zaman fiiliyata geçmez.
Böyle tehdit mi olur!
Vatan’dan Mustafa Mutlu, olayı hemen şirazesinden çıkarmış. ‘Reklam kirliliğinde gazete reklamlarının payı büyük. Üstelik bunlar barter, yani para değil, karşılıklı reklam esasına dayalı olduğu için bol bulamaç yayınlanıyor. İzleyiciyi düşünüyorsanız, siz de kendi reklamlarınızı azaltın’ dedim.
Mutlu hemen ‘Televizyon yöneticisi olarak bizi tehdit ediyor. Oysa reklam çokluğundan kendisi şikayet etmeli’ diyor.
Birincisi bu reklamlardan her yazımda ben de şikayet ediyorum. Reklam fazlalığından programların geç saate sarkmasından, yayın düzeninin bozulmasından ve izlenme oranlarının düşmesinden rahatsızım ama Mutlu gibi bunu bir televizyon düşmanlığı olarak yapmıyorum.
Mustafa Mutlu gibi televizyonlara verilmeyecek reklamların, gazetelere verileceğini zannedenlerden de değilim.
İkincisi tehdit falan etmiyorum. Televizyon reklamları benim işim değil. Tehdit de gazete köşesinden aleni yapılmaz. Benim açık yürekliliğimi tehdit olarak göstermek en hafif tabiriyle ayıptır.
Tehdit şöyle olur.
Vatan Gazetesi’nin yöneticilerine ‘Reklamlarınızı yayınlamıyoruz’ denilir. Onlar da bunun nedenini anlarlar.
Ama ben hayatımda kimseyi tehdit etmedim. Edemem, etmem.
Ben sadece ikiyüzlülüğü sergilemek istedim.
Bunu itiraf etmektense, ‘Altaylı bizi tehdit ediyor’ demek daha kolay bir yol.
Kimileri de kolay yolu seçer.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Koltukların geçici olduğunu ağzımızla değil, kalbimizle söyleyip, ona göre hareket ettiğimiz zaman.