Bırakalım soysunlar bırakalım çalsınlar

BİR dostumla yemek yiyoruz.‘‘Yine girdiniz Sabah'la birbirinize’’ dedi.

‘‘Yooo’’ dedim.

‘‘Gazeteni okumuyor musun? Siz yazıyorsunuz, onlar yazıyor.’’

‘‘Bizim Sabah'la bir işimiz yok. Biz içinden milyarlarca dolar boşaltılan bankaları soyan şerefsizlerle uğraşıyoruz. Biz diğer bankaları soyanları yazdığımız gibi Etibank'ı soyanları da yazıyoruz Sabah'ı değil. Etibank'ı soyan Sabah'ın da ortağıysa bizim suçumuz mu?’’
dedim.

‘‘Haklısın ama böyle algılanmıyor.’’

Haklıydı...

Böyle algılanmıyordu.

Bir tarafta son beş yılın dördünde vergi rekortmeni olmuş bir patron... Kazandığı her kuruşun vergisini devlete ödemiş bir adam... Geçen yıl devlete 550 milyon dolar vergi yaratmış bir grup... Diğer tarafta bankasını 1.2 milyar dolar zarara sokmuş, bunun 650 milyon dolarını cebe indirmiş birisi...

Kimse bu farkı ayırt etme gereğini duymuyor ve basit bir cümleyle işin içinden çıkıyor:

‘‘Yine girdiniz birbirinize.’’

Doğrusunu isterseniz bizim birbirimize girmeye hiç ihtiyacımız yok.

1.2 milyar dolar bize girmiyor, Türkiye'ye giriyor.

Ama vatandaş gözünde biz birbirimize girmişiz.

İnsan üzülüyor.

Ama görüyorum ki, milletin umurunda değil.

Sevgili Ertuğrul Özkök, sana sesleniyorum. Yazmayalım artık. Bırakalım hırsızların yakasını.

Biz vatandaşın parasını kurtarmak için küfür yiyoruz, vatandaş bizi aynı kefeye koyuyor.

Bırakalım çalsınlar! Bırakalım soysunlar!

Soyulanın umurunda değilse bize ne! Ne diye beş para etmez soyguncuların avukatlığına soyunmuş sözde gazetecilerin yazılarına muhatap oluyoruz ki!

Saddam'dan Bush'a: Benim hatama siz düşmeyin


ABD'nin Irak'ı ‘‘fethedebileceğini ama yönetemeyeceğini’’ savaş öncesi yazılarımızda hep vurguladık.

Osmanlı'nın en fazla ‘‘vali yiyen’’ eyaleti Bağdat'ın 10 bin kilometre öteden kolay yönetilemeyeceğini, Anglosakson kültürüyle Irak'ın kontrol edilemeyeceğini söyledik.

Irak'ın dini ve etnik olarak parçalanmış, 1200 kabileye bölünmüş nüfusunun kolay hazmedilemeyeceğini anlattık.

Thomas Friedman da kendini Saddam'ın yerine koyarak Bush'a yazdığı‘‘açık mektupta’’ aynı şeylere değiniyor dün.

‘‘Benim neden kötü bir çocuk olduğumu şimdi daha iyi anlayacaksınız’’ diyerek, Irak'ın ancak demir bir yumruğun altında bütünlüğünü koruyup kontrol edilebileceğini söylüyor.

Friedman'a göre ‘‘şok ve dehşet’’ sadece Irak'ta savaş kazanmak için değil, Irak'ı kontrol edebilmek için de gerekli bir unsur.

ABD'nin Irak'ı ele geçirip, Irak'ın kontrolünü ele geçirememesini de eleştiriyor Friedman ve diyor ki: ‘‘Irak halkını gücünüz değil, güçsüzlüğünüz ürkütür.’’

Ve bir de öneride bulunuyor:

‘‘Necef'i yeniden Şiiliğin merkezi haline getirin.’’

Bunu uzaktan kumandayla değil, Necef'in kendi doğal büyüme olanaklarının kısıtlanmaması yoluyla yapılmasını da istiyor. Necef'in güçlenmesinin İran'ı zayıflatacağını ve Ortadoğu'daki İran etkisini azaltacağını aktarıyor.

Thomas Friedman, Bush'a bir de önemli hatırlatma yapıyor:

‘‘Burası bir Arap ülkesidir. Iraklılar ikinci sınıf Amerikalı değil, birinci sınıf Arap olmayı tercih ederler.’’

Kendini Saddam'ın yerine koyan Friedman'ın son sözü ise ilginç:

‘‘Benim politik hayatımın sonu olan bu savaşı engellemek için niye bir şey yapmadığımı merak ediyorsunuz. Ne düşündüğümü, kimi dinlediğimi merak ediyorsunuz. Yanıt basit: Ben sadece kendimi dinledim. Sakın benim hatamı tekrarlamayın.’’

Samimiyetini bir kanıtlayabilse


BİR iktidar için en kötü şey, ‘‘samimiyetinden şüphe’’ edilmesi olsa gerek.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, önemli bir açıklama yaptı.

Çelik, devletin sırtından eğitim yükünün bir bölümünü alan özel okullarda okuyan öğrencilerin okul ücretlerinin bir bölümünün devlet tarafından ödeneceğini söyledi.

Yüzde yüz doğru bir uygulama.

Bu köşede yıllarca yazdık.

Özel okulların KDV'sini düşürmek gerek...

Çocuklarını bu okullarda okutan velilere vergi iadesi yapmak gerek diye.

Gerekçemiz aynıydı.

Çocuklarını bu okullara yollayan veliler, devletin sırtından bir yük kaldırıyorlardı.

Devlet de buna karşın onların sırtındaki yükü bir miktar hafifletmeliydi.

Bizim bu önerimizi Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, çok daha radikal bir biçimde ele aldı.

Özel okula giden çocuklara doğrudan yardım.

Alkışlanması gereken bir karar.

Fakat iktidardaki parti AKP olunca bu ‘‘doğru’’ hareketin altında buzağı aranmaya başlandı.

İlk akla gelen ‘‘tarikat okullarına kaynak aktarımı’’.

Öyle ya, başta Fethullah Gülen okulları olmak üzere, Türkiye'de dini grupların kontrolünde pek çok özel okul var.

Şimdi deniyor ki, ‘‘Bakanın amacı, tarikat okullarına devlet kaynaklarından para pompalamak’’.

Acaba mı?

Hiç kimse ‘‘Hayır, bu böyle değildir’’ diyemiyor.

‘‘Evet, amaç bu’’ demek için de elimizde bir veri yok.

Bu durum AKP'nin bütün icraatında önüne çıkan en büyük engel.

İktidar partisi her şeyden çok ‘‘samimiyetini kanıtlamakla’’ vakit geçiriyor.

Bunu kanıtlamanın en sağlam yolu zaman.

Bakalım AKP samimiyetini kanıtlayacak kadar zaman bulabilecek mi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Mağdurlar, zanlılardan çok avukatlarına güvendiği zaman.
Yazarın Tüm Yazıları