BAŞBAKAN Erdoğan, özelleştirme karşıtlarına vermiş veriştirmiş.
Bazı yerlerde çok da haksız değil.
Devlete külfet olmaktan öte bir özelliği olmayan, mevcut yapısı değiştirilemeyen ve bu yüzden zarar eden işletmelerin satılması şart.
Yine Başbakan’ın dediği gibi eski Doğu Bloku ülkeleri bile bunu başardılar.
Ama Türkiye başaramıyor.
Çünkü kafalar almıyor.
Devletin malının peşkeş çekildiği söyleniyor.
Oysa bir satışta fiyat her zaman önemli değil.
Eğer satılacak şirket çağdışı kalmışsa, büyük yatırım ihtiyacı gerekiyorsa, uzun yıllardır zarar ediyorsa bazen ‘negatif fiyat’ bile oluşabilir.
Yani bırakın para almayı, malı alana açıktan destek bile verilebilir.
‘Sattırmam mantığı’ geçerli değildir. Önemli olan ‘değerine’ satıştır.
Bu değer bazen milyarlarca dolar da olabilir, bazen sıfır lira da olabilir.
Türkiye’yi sevenlerin bakması gereken satışın ‘piyasa kurallarına uygun’ yapılıp yapılmadığıdır.
Başbakan Erdoğan konuşmasında, aynen muhalefet gibi büyük yanılgıya düşmüş veya düşürülmüş.
O da bütün özelleştirmeleri ‘bir sepete’ koymuş.
Seydişehir Alüminyum, SEKA İzmit gibi kuruluşlardan söz ederken, araya Ereğli Demir Çelik’i de katmış.
İşte burada yanılmış ve bence muhalefetin eline de büyük bir ‘koz’ vermiş.
Özelleştirme kuyruğundaki diğer tesislerin pek çoğunun aksine, Erdemir kárlı bir şirket.
Büyüme potansiyeli olan, bu potansiyeli kendi kaynaklarını kullanarak becerebilen, her yıl ciro ve kárını artıran, kimsenin sırtına yük olmayan bir kuruluş.
Kárlı kuruluşlar satılamaz mı?
Satılır elbet. Çok da güzel satılır ama değerine satılır.
Erdemir’i diğer kuruluşlarla aynı kefeye koyan Başbakan Erdoğan’a sormak isterim, diyelim ki bir evi var. Bu ev yılda altı milyar lira kira getiriyor.
Sayın Başbakan bu evi üç yıllık kira bedelinden biraz fazla olan 20 milyar liraya satar mı?
Erdemir’de durum tam bu.
Hatta bir de fazlası var. Erdemir iki yıl içinde kapasitesini iki misline çıkaracak. Yani ev iki misli büyüyecek.
Satar mı?
Satarım diyorsa, ben Başbakan Erdoğan’ın evine bu şartlarla talibim.
Evini bana satarsa, Erdemir’i de satsın.
Üstelik ev kendi malı, Erdemir ise hepimizin.
Beyzbol sopasıyla fair play
İSTANBUL ’un en sevdiğim yerlerinin başında Kapalıçarşı gelir.
Cumartesi günü biraz keyif yapmak için Kapalıçarşı’daydım.
Çarşı baştan başa Fenerbahçe bayraklarıyla donatılmış.
Bir Galatasaraylı olarak altlarında dolaşmak ağırıma gitti doğrusu.
Ama yapacak bir şey yok. Şampiyon onlar.
Ancak Kapalıçarşı’da pek dolaşamadım. Çünkü adım başı Galatasaraylılar yolumu kesti.
Yönetime verip veriştiriyor, ‘Ne olacak bu Galatasaray’ın hali’ diyorlardı.
Sonunda dayanamayıp eve geldim.
Akşamüzeri fanatik Fenerbahçeli bir arkadaşımın tarafımdan ‘Galatasaraylı yapılmış’ oğlu uğradı.
‘Fatih Abi, acaba seni dinleyip hata mı ettim. Herkes dalga geçiyor’ dedi.
‘Sen onlara kulak asma. Bizim başarılarımıza ulaşsınlar sonra konuşsunlar’ dedim.
Ama dün sabah gazeteyi elime alınca utandım. Hayatımda ilk kez Galatasaraylı olmaktan utandım.
Kendi hatasından, kendi işbilmezliğinden en iyi oyuncusunu elinden kaçıran Galatasaray yönetiminden birkaç kişi Ribery’nin Fransa’daki evine gitmişler.
Sonra da yanlarında bulunan eski menajer beyzbol sopasıyla Ribery’e saldırmış.
Bu olabilecek ayıpların en büyüğü.
Burası Türkiye’nin en kaliteli kulübü mü, yoksa Rus mafyasının kontrolündeki bir kulüp mü?
Bu mu ‘en ananeci’Özhan Canaydın’ın yönetimindeki Galatasaray.
Bu mu Özhan Canaydın’ın pek meraklı olduğu ‘Fair play’?
Özhan Canaydın bu kulüpte üç yılda üç yüzyıllık tahribat yapmayı başaran başkan olarak tarihe geçti bile.
Biraz özsaygısı ve bir damla Galatasaray sevgisi var ise yarın istifa etmesi lazım.
Ama biliyorum ki etmeyecek.
Kim bilir, bir beyzbol sopalı adam da bana yollarlar.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yapmak kadar yapamadığını itiraf edip çekilmenin de onurlu bir davranış olduğunu idrak ettiğimiz zaman.