TÜRK Tabipleri Birliği Başkanı Füsun Sayek, konuşmamızın ardından bir de faks gönderdi.
Konuşmanın üslubu ile faksın üslubu oldukça farklı. Benim doktorlarla bir derdim yok. Görevine gitmeyen doktorlarla bir derdim var, ama bazıları bunu anlamamakta ısrar ediyorlar. Demek ki, eğitimin cehaleti aldığı doğru.
Neyse... Gelelim Sevgili Sayek’in yanıtına:
‘... Evet kafalarda Türkiye bölünmüş ama hekimlerin kafasında değil, istatistiklerin içinde. Türkiye’nin her yerinde günde milyonlarca hasta ile karşılaşan hekimler, bu istatistiklerin insani yüzünü de görüyorlar. Biz yoksullaşan halkın nasıl sağlıksızlaştığını da görüyoruz.
Sağlık Bakanlığı’nın son istatistik yıllığı, Hakkári’de toplam 60 hekim, 3 diş hekimi, 15 eczacı, 86 sağlık memuru, 130 hemşire ve 56 ebe olduğunu gösteriyor. Buradaki hekimden çok sağlık çalışanı eksiği olduğunu bir kenara bırakırsak, hekim başına 4 bin nüfus düştüğünü görürüz. Bu hekim arkadaşlarımız 10 bin nüfusa 7 adet düşen hastane yatağında (Türkiye ortalaması 22), sadece hastanelerde yılda 100 bin hasta görmekte, türlü olanaksızlıklar içinde 8 bin civarında hastayı hastanede tedavi etmektedirler.
... Hakkári’de sağlık alanındaki sıkıntıyı yalnızca hekim azlığı ile açıklamak hiçbir mantığa sığmaz. Devlet önce Hakkári’nin hasta olmayacağı altyapıyı, (temiz su, konut gibi) sağlamalıdır. Ebelerin hizmet verdiği sağlık evlerinin acaba ne kadarı açıktır? Bağışıklama oranlarındaki düşüklüğün nedeni hekim azlığı mıdır?
Sizi Ata uçağına değil, tarifeli uçakla Diyarbakır, ardından 8 saat arabayla Hakkári’ye yolculuk yapmaya çağırıyorum. Özveriyle ve altyapı olmadan çalışan meslektaşlarımızı tanımanız, çözüme doğru katkıda bulunmanız için.’
Bu yanıtın sonu bile benim yazımı anlamadıklarını ortaya koyuyor. Ben oradaki personelin elini değil, ayağını öperim. Benim kızdıklarım, atandıkları göreve gitmeyenler. Bu bir. İki... Ben Hakkári’ye kırk kere gittim. Hem de terörün en azgın dönemlerinde. Kapalı yollarda, BTR’lerle... Mezralarda, boşaltılmış köylerde gezdim. Çünkü gazetem gitmemi istemişti. Yine giderim, hem de bayıla bayıla. Ama bütün bu anlatılanlar görevden kaçan, Doğu’yu Türkiye gibi görmeyen bazı doktorlar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ben bu anlatılanlarda onlarla hemfikirim. Onlardan da az biraz ‘delikanlılık’ bekliyorum.
SPK’dan terbiye özürlü yanıt
SPK, Turgay Ciner’in Sabah’ın küçük ortaklarına karşı yükümlülüklerini yerine getirmediğini konu alan yazıma bir yanıt yollamış. Yanıtın üslubu, bir devlet kurumunun üslubu değil. Terbiye sınırlarını aşan bir yanıt.
‘Terbiyesizliği’ onlara bırakıp ben yanıt sayılabilecek kısmını sizlere aktarayım.
‘1. Çağrı mükellefiyeti hem Park Grubu’na, hem de MTM şirketine mevcut mevzuat çerçevesinde zamanında yerine getirilmiştir.
2. Bu husus kamuoyuna duyurulmuştur.
3. Ancak yukarda sözü edilen grup ve şirket, SPK’ca getirilen çağrı yükümlülüğüne uymamış ve SPK’nın bu kararına karşı dava açmışlardır.
4. Bunun üzerine:
a. SPK, grup ve şirketin sorumlularına mevcut kanunda belirtilen para cezasının üst limitinden kişi başına 38 milyar TL olmak üzere toplam 228 milyar lira para cezası vermiştir.
b. Ayrıca konunun tarafı tüm yatırımcılara duyuru yapılarak, bu grup ve şirkete karşı Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca Aynen İfa Davası açabilecekleri bildirilmiştir.
c. SPK’nın mevcut mevzuat çerçevesinde bu yapılanlar dışında yapabileceği herhangi bir şey yoktur. Ancak devam etmekte olan SPK mevzuatında değişiklik yapılması çalışmalarında konu ile ilgili önemli müeyyideler getirilmesi düşünülmektedir.’
Yani SPK, bana ‘hakaret’ içerikli bir mektup gönderiyor ama benim yazdıklarımı da teyit ediyor.
İlgili mevzuat yetersiz ve küçük yatırımcı korunmuyor.
Sabah Grubu’nun mağdur durumdaki küçük ortakları bu yazıyı okurlarsa, kendilerine bir yön çizebilirler.
Sabah’ın veya aynı durumdaki şirketlerin mağdurlarının her türlü şikáyetine de bu sütun açık.
El kesesinden cömertliğe TMSF seyirci
DÜN Sabah Grubu’nun devlete yaklaşık 900 milyon dolar borcu olduğu kesinlik kazandı.
Bunu önceki gün kendileri beyan ettiler. Bu borcu devlete binde yarım faizle ‘inşallah’ 15 yılda ödeyecekler. Bankanın battığı günden bu yana ödedikleri 40 milyon dolar. Yani aslında bir halt ödeyecekleri yok. İşi zamana yayıp unutturmak istiyorlar. Bu işin bir yönü. Ama dün bu borç rakamını gazetelerde okuyunca, 1 hafta önce Sabah Gazetesi’nin sürmanşetinde yer alan bir haberi hatırladım.
Aynen şöyle yazıyordu: ‘Bir eser daha.’
‘Merkez ATV Grubu’nun yaptırdığı Kocaeli Üniversitesi Turgay Ciner İletişim Fakültesi bu yaz bitiyor.’
Ve inşaatın yanında bir tabela:
‘Bağış yapan firma: ATV-Sabah.’
Ayranı yok içmeye mi desek, yoksa el kesesinden cömertlik mi?
Yoksa ‘arsızlık abidesi’ daha mı uygun düşer? Devlete 900 milyon dolar borçlu bir kuruluş. Devlete olan borçlarını ödemiyor.
Ödemediği gibi, bir de devlet kesesinden bağış yapıyor.
Devlete 900 milyon dolar borçlu Sabah ve ATV, fakülte inşaatı yapıp bağışlıyor. Buraya harcanan parayı da aslında devletin cebinden ödüyor.
Devletin cebinden yapılan binaya da, devlete 900 milyon dolar borçlu şirketlerin patronunun adı veriliyor. Ne güzel iş değil mi?
Peki TMSF bu işe ne diyor? Alacağını Sabah ve ATV’nin kárlarından tahsil edecek olan TMSF uyuyor mu?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Halka karşı sorumlu kamu kuruluşlarının başında bulunanlar, o kuruluşları kendi oyuncakları zannetmedikleri zaman.