TÜRKİYE, güneyinde cereyan eden olaylarla ilgili olarak ‘kafayı kuma gömme’ politikasını sürdürüyor.
İşin ilginci, bu politika bu ülkenin aydınları, entelektüelleri ve ‘bilmişleri’ tarafından da ‘marifet’ gibi kabulleniliyor.
Bunlardan bazıları ile sağda solda karşılaştığımız zaman ‘Tezkere geçsin, Irak’a girelim istiyordunuz. Bakın Irak’ta olan bitenlere. Nasıl haksız çıktınız. Sizi dinleseydik şimdi ABD’nin durumunda biz olacaktık’ diyorlar.
Yapılabilecek en aptalca iş ‘dinamik’ gelişmelere ‘statik’ yorumlar yapmaktır.
Türkiye komşusu Irak’ta, üstelik de Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinden söz edilirken ‘sinema seyircisi’ gibi bakamaz.
Bakarsa Türkiye büyük devlet olamaz. Ben hálá Türkiye’nin Irak’ın geleceğinde aktif rol alması gerektiğini düşünüyorum.
Aksi takdirde çok daha derin sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağına inanıyorum.
Bunu doğrulayan gelişmeleri gösteren bir belge geçenlerde ortaya çıktı.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda dolaşan bir resmi belgede Neçirvan Barzani için aynen şöyle bir sıfat kullanılıyor:
‘Neçirvan Barzani, Prime Minister of Kurdistan Regional Goverment in Northern Iraq’
Yani Türkçesi, ‘Neçirvan Barzani, Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başbakanı’. Adam Amerika’da Kürdistan Başbakanı olarak kartvizit dağıtıyor, Türkiye hálá ‘Kuzey Irak’ta bir Kürdistan’a izin vermeyiz’ diyor.
Bir ülke, herhangi bir politika üretebilir. Politikasını değiştirebilir. Daha önce kabul etmediklerini kabul de edebilir. Ama fiili bir durumu görmezden gelerek, bitmiş bir politikayı yürütemez.
Asap bozma süreci başlıyor
AB Komisyonu raporu hükümetin başlangıçta beklediğinden daha ‘olumsuz’ olsa da, son günlerde sızan bilgilere uygun bir şekilde çıktı.
Daha önce de dediğim gibi, AB’nin büyük ülkelerinin iç politika sorunları rapora damgasını vurmuş.
Ancak bu raporun müzakereler başladıktan sonra pek de önemi kalmıyor. O nedenle de çok üzerinde durmamak lazım. Türkiye açısından önemli olan müzakereleri başlatmak. ‘Asıl önemli’ süreç de o olacak.
Bu süreç Türkiye’nin soğukkanlı olmasını ve özellikle de basının ‘sorumlu’ davranmasını gerektiren bir süreç.
Müzakereler sırasında taraflar birbirleriyle bir ‘bilek güreşi’ yapacak ve bu süreçte en olmadık, en anlamsız ve hatta en kabul edilemez talepler masaya getirilebilir.
Eğer karşılıklı olarak masaya konulacak talep ve önerileri ‘duygusal’ davranıp büyütür ve kamuoyunun hassas noktalarına baskı unsuru yaparsak, 10 yılı bulması muhtemel bu süreci tamamlayamayız.
En abartılı örneği vermek gerekirse, AB’den birileri masaya ‘ülkeyi bölün’ diye bir taleple gelebilir. Bu talebin gelmesi kabul edilmesi veya şart olması anlamına gelmez.
Ve emin olun ki, Türkiye karşıtları Türkiye’nin asabını bozmak için her şeyi yapacaklar.
Şimdi taraflar arasında 10 yıllık bir sinir harbi başlıyor. Bunun ilk yarısını ‘sakin’ bir şekilde tamamlarsak, üyelik umduğumuzdan daha kısa bir dönemde gelebilir.
Türkiye’ye kapıların kolay açılmayacağı kesin ama deneyimli bir diplomatın dediği gibi ‘Küçük ülkeler AB’ye alınır, büyük ülkeler ise girerler’.
Türkiye girecek.
Önemli olan değerler
AB ile müzakere süreci pek çok açıdan çok önemli. Yatırımlar açısından, ekonomik istikrar açısından ciddi faydaları olacak.
Ancak benim açımdan en önemli olan, Türkiye’de başta insan hakları ve demokratikleşme olmak üzere, çevrenin korunması, hayvan hakları, çocuk hakları, kadın-erkek eşitliği ve yolsuzluklarla mücadele gibi son derece temel konularda AB standardının Türkiye’ye gelecek olması. Bu ‘Avrupa değerleri’ Türkiye’ye girdikten sonra biz AB’ye girsek de olur, girmesek de...
Müzakereci ve bakanlık
AB ile müzakerelerin başlaması halinde, Türkiye’de temsil gücü açısından başbakana eş değer yeni bir ‘politik kimlik’ ortaya çıkacak: Başmüzakereci.
Son derece karmaşık olan AB ile müzakere döneminde Türkiye bir ‘başmüzakereci’ atayacak.
Bu müzakerecinin kim olacağı çok önemli. Bunun yanı sıra bir de AB Bakanlığı kurulması gündeme gelebilir. Müzakerecinin de bu bakan olması muhtemeldir.
Abdullah Gül, son derece başarılı bir Dışişleri Bakanı olarak sivrildi ama AB müzakereleri tam mesai bir iş.
Bakalım bu işi de Gül’e mi verecekler, yoksa yeni bir ‘bakanımız’ mı olacak?