GÜNLERDİR yazdık, ABD ile Türkiye arasında ‘‘çok derin’’ sorunlar yok diye.
Gül-Powell diyaloğu hiç kesilmemişti. ABD'nin önemli strateji kuruluşları Türkiye'nin vazgeçilmezliğini vurguluyorlardı. Ve aslında Türkiye, ABD ile ‘‘çaktırmadan’’ ciddi bir işbirliği içindeydi.
Bunu defalarca yazdık.
Elbette, ABD'de de bazı ‘‘fazla beklentili’’ çevrelerde Türkiye'ye karşı bir tavır gelişiyordu, ama bu ‘‘Amerikan politikası’’ haline gelmemişti. Fakat gelmesi için uğraşanlar vardı.
Yazdıklarımızın ‘‘garantili’’ olması için Powell'ın Türkiye'ye gelmesi yetti.
Ama öncesinde ABD Temsilciler Meclisi'ne verilen raporlarda da bu durum ortadaydı. Tahsisler Komitesi'nde Beyaz Saray'ın Türkiye için önerdiği 1 milyar doların aynen kabulü teklif edilirken, Türkiye için açılan parantezde, ‘‘Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin Irak'a özgürlük operasyonuna tam bir destek verdiğini ve işbirliği içinde olduğunu bildirmektedir’’ deniliyor.
Bu, şunu gösteriyor: Hükümet, AKP Grubu'na söz geçiremediği için tezkereyi Meclis'ten geçiremedi.
Ancak bu grubun tavrının Türk-Amerikan ilişkilerine darbe vurmasından çekinerek, ABD yönetimiyle tam bir işbirliği arayışına girdi.
Sonuç olarak iç politika ile dış politika arasındaki çekişme Türkiye'ye pahalıya patladı.
AKP Grubu'nun taban kaygısı ve bazı çıkar gruplarının yönlendirmesiyle aldığı karar, Türkiye'nin 6 milyar dolar hibe veya 30 milyar dolar krediyi kaçırmasına neden oldu. Ancak buna rağmen hükümet, iki ülke arasındaki işbirliğini bozmaktan çekindi ve uzun vadeli olumsuz sonuçların önüne geçmek için ABD'nin taleplerini ‘‘bir şekilde’’ karşıladı. Sonuçta ABD istediğini elde etti.
Türkiye ise bunun karşılığında 6 milyar dolar yerine 1 milyar dolar aldı.
AKP yönetiminin, alınmasını istediği kararın gerekçesini gruba anlatamamasının faturası 5 milyar dolar oldu. Bundan şikáyetçi olmaya hakkımız var mı?
Yok!
Yüce Meclis'in takdiridir.
Ama vicdanlarını rahat tutmasınlar.
Çünkü ABD istediğini, onların kararına rağmen aldı.
Halepçe'de ölen çocuklar nereliydi?
BAZI ‘‘aklıevvel’’ ve ‘‘terbiye özürlüler’’ faks ve mail atmışlar. ‘‘Saddam'ın yanındakiler saldırgan değil, ABD onlara saldırıyor. Ölen çocukları görmüyor musun?’’ diye.
Tabii giriş cümlesi olarak okkalı bir biçimde hatırımı sorduktan sonra.
Ben ‘‘Savaş iyidir ve ABD ne yaparsa haklıdır’’ demiyorum.
Ama ‘‘anti Amerikancı’’ olmak uğruna, Saddamcı olmak olmaz diyorum.
Çünkü bugün Amerikan bombasıyla ölen Iraklı çocuktan çok daha fazlasını Saddam ve ‘‘takımı’’ öldürdü.
‘‘Ölen çocukları görmüyor musun?’’ diyen Saddamcı, acaba Halepçe'de kendi ülkesinin lideri tarafından atılan kimyasal gazla ölen çocukları gördü mü?
Ya da Saddam'ın ‘‘Muhafızları’’ tarafından Necef'te, Basra'da, Kerbela'da öldürülen 200 bini aşkın Şii'nin kaçı çocuk, kaçı büyüktü, saydı mı?
Iraklı çocukları öldürmeye Amerikalının hakkı olmadığı gibi, Saddam'ın da hakkı yoktur.
Aklıevveller ‘‘Bir ülkenin çocukları öldürülecekse onları ancak o ülkenin lideri öldürebilir, başkası değil’’ diye düşünmüyorlarsa bana hak vermek zorundadırlar.