Ali Taptık’ın Galeri x-ist’teki sergisinde gördüğüm fotoğraf sinirlerimi çok bozdu. Halbuki Ali’ye göre “şaşılacak bir şey yok”tu.
En övündüğümüz özelliğimiz değil midir... Refah uzak ihtimal olsa da... Hayat süfli bir zorunluluğa dönüşse de... Yanımızda ailemiz, bir mahallemiz ve o mahallede ailemiz kadar yakın gördüğümüz komşularımız vardır. Öyleydi yani hayat bilgisi dersinde bize okutulan... Genç sanatçı Ali Taptık’ın “Şaşılacak Bir Şey Yok” başlıklı sergisinde rastladığım bir fotoğraf, hayat bilgisi dersinin iyi niyetli atmasyonlar toplamı olduğunu bir kez daha kanıtlar. Bir apartman yöneticisinin iki sakine yazdığı mektubun fotoğrafı, sözünü ettiğim. Benim birçok arkadaşım gibi Ali’nin aynı evi paylaşan iki arkadaşı da geçen sene ekonomik kriz nedeniyle ardı sıra işten çıkarılmış. Bu meşum olayları takip eden ay aidatı biraz geciktiren Ali’nin arkadaşları bakın nasıl dostane(!) bir notla karşılaşmışlar: “Siz ödemeleri zamanında yapmadınız. Oturduğunuz dairedeki rahatınız bu giderlerin yapılmasına bağlı. Başkaları mı sizin adınıza ödeme yapsın? Niye ve niçin yapsın? Ekonomik sıkıntılarınız sizi ilgilendirir. Bütçenizi ona göre ayarlayın ve lütfen apartman yönetimini sıkıntıda bırakmayın. 7/4/2009” Apartman yöneticisi haklı mı? Düz ve buz gibi bir mantıkla bakarsanız haklı. Fakat yani bir durun, soluklansınlar... Çalışma hayatlarına dünyanın gördüğü en büyük ikinci finansal krizle başlamış iki genç insana biraz destek olun, dikelsinler... Değil mi? Dağılan popolarını toplamalarına yardım etmeyecekseniz de, zaman tanıyın. Yok ama doğru, apartman yöneticisinin söylediği gibi sıkıntılarımız sadece bizi ilgilendirir! Hiç “Ohoo sana da günaydın be kızım, yalnız geldik yalnız gideceğiz, ne komşusu, ne mahallesi” demeyin. Elbette bu gerçekle yeni tanışmıyorum. Sadece bu gerçeklerle her karşılaştığımda üzülme ve şaşırma yeteneğimi hâlâ saklı tutuyorum. Bunun adı da gençliktir, herhalde. Ha tabii ben de acilen yaş almak, aldıkça küntleşmek, küntleştikçe her şeyi normal karşılamak isterim.
İkinci baskıya ETİK OPERASYON
Hatırlarsınız, Timaş Yayınları’ndan çıkan Kayıp Gül romanıyla ilgili bir yazı yazmıştım: Bir Bestseller Nasıl Yoktan Var Edilir? Kitapla ilgili övgülerin hangi edebi merciler tarafından söylendiğini, ön kapağın tepesine çakılan “Uluslararası Bestseller” ibaresinin hangi listeye ve satış rakamına dayandırıldığını sorgulayan bir yazıydı. Bana göre bayağı bir tüketiciyi şartlandırma yöntemi uygulanıyordu. Kitabın ikinci baskısıyla D&R raflarında karşılaştım. Tam selam verip ilerleyecektim ki, o da ne, bu Kayıp Gül benim bildiğim Kayıp Gül’den biraz farklı. Küçük bir “etik operasyon” geçirmiş diyelim: Evet, hâlâ “Türklerin Küçük Prensi” bandı baki... Ama artık tepesinde “Uluslararası Bestseller” tabelası yok. Yerine “31 dilde 40’ı aşkın ülkede” diye bir laf... Etkisiz ve garip bir eksiltili cümle ama en azından doğru. İkinci baskının birinci baskıya göre daha iddiasız olduğu bir kitabı da ilk kez bu örnekle görmüş olduk.
Ya intihal ya devrim
Latin Amerikalı müthiş yazar Eduardo Galeano’nun son kitabı Aynalar’ı okuyorum. Dünya tarihini bu radikal solcu, ironi ustasının elinden çıkmış küçük paragraflar halinde okumak dünyayı yeniden öğrenmek gibi. Yalnız kitapta dünyanın en ünlü post-empresyonist ressamlarından Paul Gauguin’le ilgili olan bir bilgi kafamı fena karıştırdı. “Tahitili kızların ressamı” olarak da bilinen Gauguin, farklı kültürleri Avrupa tuvaline taşıyan, tahta oymaların bir sanat formu olarak tanınmasında etkili olan bir sanatçıydı. Eduardo Galeano’ya göre ise Gauguin öyle ahlak-ı fazılası kuvvetli kişilerden hiç değildi. Anlatıyor: “Eskiden beri Afrikalı heykeltıraşlar şarkı söyleyerek yontarlar. Afrika’da övgüye ve aynı zamanda da çalmaya değer sonsuz bir sanat kaynağı doğmaya devam etmişti. Göründüğü kadarıyla oldukça dalgın bir adam olan Paul Gauguin, Kongo’dan bazı heykellere imzasını attı. Sonra bu yanlışlık bir salgına dönüştü. Picasso, Modigliani, Lee, Giacometti, Ernst, Moore ve diğer birçok Avrupalı sanatçı sık sık aynı hataya düştüler.” Gördüğünüz gibi Galeano, Gauguin’i bir intihal furyası başlatmakla itham ediyor. Bu ithamın ağırlığı ya da Gauguin’e son derece cesur bir ressam olarak hayran olmam değil kafamı karıştıran... Gauguin’in neredeyse her dilde özlü sözler kitabına girmiş bir sözü vardır: “Sanat ya intihaldir ya da devrim...” Şimdi bu sözü nasıl okumam gerektiğini çözemiyorum. Bu söz bir itiraf ya da özeleştiri miydi? Yoksa hepimizle yüz yıldır dalga mı geçiyordu?