Dot Tiyatrosu’nun yeni oyunu Punk Rock, yediği önünde yemediği arkasında güzelim çocuk, o yaptığını niye yaptı diye sayıklatıyor, çaresiz bırakıyor insanı.
Nedenini bilmediğinizde, parçalar yerine oturmadığında, hafsalanız almadığında delirebilirsiniz. 11 yıl önce ABD’deki Columbine Lisesi katliamını yapan Eric Harris’i çözemediğinizde... Üç yıl önce Virginia Teknik Üniversitesi’nde 32 arkadaşını öldürdükten sonra intihar eden Seung-Hui Cho’nun nasıl bir içgüdüyle hareket ettiğini anlayamadığınızda genç bir insanın ruh haliyle ilgili çaresizliğe kapılırsınız. Neden? Neden yaptı? Hayatındaki eksik neydi? Az mı sevildi, çok mu şımartıldı? Uyuşturucuya mı bulaşmıştı? Kötü arkadaşlıklar mı kurmuştu? Tacize mi uğramıştı? Bir filmden veya şarkıdan mı etkilenmişti? Madem ki bunların hiçbirine şöyle okkalı ve tatmin edici bir evet diyemiyoruz... Öyleyse bunu niye yaptı? Dot Tiyatrosu’nun yeni oyunu Punk Rock’ın amacı budur, bana göre. Ergenliğin bir insanın başına gelebilecek en sancılı ve karmaşık dönem olduğunu anlatmak ve son perdede, yediği önünde yemediği arkasında güzelim çocuk o yaptığını niye yaptı diye sayıklatarak çaresiz bırakmak. Amacına ulaşıyor mu? Feci şekilde. Hakan Kurtaş, Tuğçe Altuğ, Gonca Vuslateri, Kaan Turgut, Emre Yetim, Gözde Kocaoğlu ve Mehmetcan Mincinozlu’dan oluşan taze ve genç oyuncu kadrosuyla ergen ruhunu yakalayabileceğinizi garanti ederim. Neredeyse Nirvana’nın meşhur “Smells Like Teen Spirit” şarkısının sahnede vücut bulmuş haliyle karşı karşıyayız. Yani nefis.
Takiye değil şaka
Sezonun en çok konuşulacak filmi bu mu? 13 yaş sınırı getirilen, İslam’ı “kötü” gösterdiği için yapımcısına tehditler yağdırılan film bu mu? Ortada bir tehdit var ama inanın o İslam dinine değil sinema sanatına... Herşeyi bir kenara bırakalım ve... Filmin Almanya’daki gurbetçileri dolandıran İslami örgüt konusuna özgün hiçbir detay katmadan, neredeyse gazete kupürlerini alt alta dizerek, dümdüz anlatmasını görmezden gelelim... Bu işin içinde MİT de var, sadece askere güvenebiliriz klişesini vurgalamasını geçelim... Din sömürüsünü ele aldığını iddia ederken suya sabuna dokunmamasını, sonunda da konuyu bir başöğretmen edasıyla didaktik bir uslüpla bitirmesini yoksayalım... Ama filmin kocaman teknik problemlerini ne yapacağız? Kurgu öyle kopuk ki, sanırsınız montajcı sabote etti filmi! Öyle bir dublaj saçmalığı var ki konuya konsantre olamıyorsunuz: Oyuncuların bazılar Almanca konuşuyor, fakat karşılarındaki Türk ona Türkçe cevap veriyor. Nasıl anlaşıyorlar? Dublajla! Almanca konuşanlar sonra kendi sesleriyle kendilerine dublaj yapmış. Örneğin başroldeki Emre Erhan filmin tamamında Almanca konuşuyor ama karşısında Ali Sürmeli varsa Erhan’ı dublajlı duyuyoruz. Takdir edersiniz ki dudak ve ses senkronize değil. Bir başka tuhaflık da Erhan’ın abisi Numan’ı Hırvat asıllı Stipe Erceg’in oynaması. Takdir edersiniz ki o tiple bir gurbetçi Türk’ten çok Alman Best Model yarışmasına katılmak üzere oradan tesadüfen geçmekte olan birini andırıyor. Filmi takiyeyi anlatması bakımından değil, bu devirde böyle abes iş nasıl çıkarılır görmek açısından ibret verici buldum. Allah selamet versin!
Kılıçbay beni çitiledi
Çok saygı duyduğum akademisyen Mehmet Ali Kılıçbay Habertürk gazetesindeki köşesinde Yanlışlıklar Komedyası başlıklı yazısıyla beni eleştirmiş. Eleştirmemiş de çitilemiş. Geçen hafta yazdığım “Cem Davran Bruges Valisi miydi” başlıklı yazımda geçen İtalyan ressamlardan birinin adını İngilizce birini İtalyanca yazdığımı, tabloların adlarını da Türkçe’ye feci biçimde yanlış çevirdiğimi belirtmiş. Özetle bu kızcağızın yazdığı herşey o kadar yanlış ki düzeltmeye nereden başlayacağımı bilemedim diyor. Haklı, ciddi çeviri hataları olmuş. Hoca’ya dikkatinden dolayı teşekkür eder, sizlerden de özür dilerim.