PaylaÅŸ
Benim için bu soru şu sıralar iki açıdan çok önemli.
Birincisi, hemen herkes yeni bir yıla girmenin heyecanıyla kendi hayatında 2007’nin bilançosunu çıkarıyor. Taha Akyol üşenmemiş bundan tam 25 yıl önce yayımladığı Tarihten Geleceğe kitabını Truva Yayınları’ndan yeniden yayımlamış.
Bir anlamda 2007’nin sonunda kendi yaÅŸamının çeyrek asırlık bilançosunu çıkarmış.Â
İkincisi bana gönderdiği kopyanın üzerine düştüğü şu kısacık notta gizli:
"Çeyrek asır önce yazdıklarımla yüzleşmek istedim. Ne kadar değişmiş veya ‘devam’ etmişim? Takdir sizin..."
Bu kısa not bence en az kitabın kendisi kadar önemli.
Bir kere cesur.
Çünkü kitabı oluşturan yazıların neredeyse tamamı 12 Eylül 1980 öncesi yazılmış. Son tahlilde sağ-sol çatışmasından dolayı kan gövdeyi götürüyor ve Taha Akyol, MHP’nin Genel İdare Kurulu Üyesi olarak partinin yayın organı Hergün gazetesinde yazıyor.
İkincisi yaşadığı değişimi tüm açıklığı ile paylaşması açısından samimi.
Düşünsenize bugünkünden çok ama çok farklı bir siyasal ve kültürel ortamda bir kampın fikir adamı olarak kalem oynatıyorsunuz ve bugünlere geliyorsunuz.
Değişmemek mümkün mü?
Elbette deÄŸil!
Nitekim Akyol samimi bir biçimde kitaba yazdığı önsözde yaşadığı değişimi kendisi de analiz ediyor.
Üçüncüsü ve bence o kısacık notun ve bir bütün olarak kitabın en önemli yanı değişim kadar "devamlılığa" vurgu yapmış olması.
Neden mi?
Çünkü Türkiye’de değişim kavramına genelde iki türlü yaklaşılıyor.
Bir yanda her türlü değişimi "döneklik" olarak gören ve aşağılayan bir yaklaşım,
diğer yanda değişimi devamlılık içerisinde ele almak yerine "reddi miras üzerinden kutsallaştıran" yaklaşım.
Doğrusu bu iki yaklaşım da aynı derecede kabak tadı verdi.
Çünkü değişime direnmekle değişimi bağlamından ve sürekliliğinden koparıp "geçmişi karalayarak-reddederek bembeyaz sayfalar açabileceğini zannetmek" aynı kapıya çıkar.
İşte bu kısırdöngü içerisinde Taha Akyol’un Tarihten Geleceğe kitabı bir can simidi.
Hem kendisiyle hem de geçmişiyle hesaplaşmaktan bir an olsun geri durmuyor.
Ama ne geçmişini inkâra kalkışıyor ne de içinden çıktığı kültürel ortamı reddediyor.
Daha da önemlisi bugünkü Taha Akyol’un aslında ne kadar çok şeyi geçmişine borçlu olduğunu ispat ediyor.
Çünkü 1980’lerin ideolojik ortamında da otoriter sistemler ve devrimler yerine ısrarla sosyal değişmenin önemini anlıyor ve anlatıyor, bugünün küresel dünyasında da...
Hiç mi eksiği yok?
Bir sürü, zaten kendisi de "Bugün her şey çok farklı. Türkiye ve dünya büyük değişiklikler geçirdi, o zaman çarpıştığımız komünizm yok oldu mesela..." diyor ve "AB’den liberalizme, küreselleşmeden Kürt sorununa" kitabının konjonktürel eksikliklerini sıralıyor.
Peki yazının başına aldığım esas sorunun, hani şu "Taha Akyol çeyrek yüzyılda ne kadar değişti" sorusunun cevabı:
"Bana ana doğrultumda devam ediyorum, temel değerlerim değişmemiş gibi geldi ama daha olgunlaşmış, ufkum daha genişlemiş, bilgi dağarcığım daha zenginleşmiş, hoşgörüm artmış..."
"Sanayileşmeden modernleşmeye, milliyetçilikten Doğu-Batı çatışmasına" birçok konuyu daha o yıllarda analitik bir bakış açısıyla ele alan kitabı bitirdikten sonra bir okur olarak Akyol’un temel değerlerinin değişmediğine ben de şahitlik ederim.
Gerçekten de çeyrek asır sonra Akyol hâlâ aynı ana doğrultuda devamlılık içinde değişmeye ve bu değişimi anlatmaya devam ediyor.
Belki bugün yazsa o yazıları Nâzım’la Necip Fazıl’ı kıyaslarken Nâzım’ın tefekkür boyutunu "asla" diyerek o kadar küçümsemez, Nâzım kadar Necip Fazıl’a da eleştirel bakardı ama kendisini Yahya Kemal, Necip Fazıl geleneğine dün olduğu gibi bugün de daha yakın hissetmekten vazgeç-e-mezdi.
Nitekim geçmedi.
Değişimi sahip olduğu değerlerden kategorik olarak vazgeçmek olarak görenlere duyurulur.
Devamlılık içinde nice yeni senelere...
PaylaÅŸ