Paylaş
Birazdan 35 yeni şirket Kalder’in (Türkiye Kalite Derneği) öncülüğü ve Nobel ödüllü Annan’ın şahitliğinde "Küresel İlkeler Sözleşmesi"ne imza atacak ve hep beraber gala yemeğine geçeceğiz.
Bakıyorum Türkiye'de insan hakları, çalışma ve çevreyle ilgili prensiplerden oluşan "Küresel İlkeler Sözleşmesi"ni imzalamak için küçük büyük birçok şirket sıraya girmiş.
Aralarında Sabancı ve Koç Holding’den şirketler de var, Arı Hareketi, Beyoğlu Belediyesi ve Ekol Lojistik gibi farklı sektör ve ölçeklerde kurum ve şirketler de.
Şirketler ve ölçekler farklı ama hedef ortak: Birlikte küresel sorunların çözümüne katkıda bulunmaya, yaşam kalitemizi yükseltmeye var mısınız?
"Yaşam kalitesi" dediysem aman sakın yanlış anlaşılmasın, kastedilen iş dünyasının liderlerinin yaşam kalitesi değil, hatta tam tersi atına imza atılan ilkeler sürdürülebilir bir kalkınma için daha çok çalışanların yaşam kalitesini yükseltmeyi vaat ediyor.
Dünyada 4 bin şirketin altına imza attığı, Türkiye’de son katılımlarla 100’ün üzerine çıkan şirketler aslında çok zor bir işe soyunuyor.
Çünkü "Global Compact" adı verilen sözleşmenin daha ilk maddesi, "Çalışanlara saygı göstereceğiz, onlara uygun çalışma ortamı yaratacağız" diyerek başlıyor.
Hemen arkasından insan hakları geliyor.
Fakat Türkiye’de şirketleri en çok zorlayacak ilke 3. madde, şöyle diyor: "Çalışanların sendikalaşma ve toplusözleşme özgürlüğünü destekleyeceğiz."
Türkiye’deki çalışma koşulları ve sendikal haklar herkesin malumu.
Fakat böylesine zor bir maddeye, çocuk işçi çalıştırmamaktan çevre bilincine, rüşvetle mücadeleden çalışma süreçlerinde ayrımcılık yapmamaya kadar kapsamlı birçok ilkeye Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) desteğiyle iş dünyamızın öncü şirketleri tereddütsüz imzayı basıyor.
Peki neden?
Çok yalın bir sebebi var.
Artık iş dünyasında tek başına pazar payı, yüksek ciro ve kârlılık yeterli görülmüyor.
Sosyal sorumluluktan iyi yönetişim ve küresel ilkeler sözleşmesine kadar şirketler artık "kârlılık" kadar "itibarın" da peşine düşüyor.
Tamam Kofi Annan’ın da belirttiği gibi bu ilkelere imza atmanın şimdilik bir yaptırımı yok. Yani bu iş gönüllülük esasına dayalı.
Fakat son tahlilde şirketler bu adımla hem çalışanlarına hem de kamuoyuna karşı kendilerini bağlayacak bir taahhütte bulunmuş oluyorlar.
Açıkçası ben bir gazeteci olarak bu şirketlerin iyi niyetli ve cesur adımlarının takipçisi olacağım.
Aynı hassasiyeti çalışanların, müşterilerin ve en önemlisi devletin göstermesi gerekiyor.
Nitekim gecenin sponsorluğunu da yapan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç bu konuda çok açık bir çağrı yaptı: "Devlet, sağlam bir hukuki ve yargısal çerçeve ile liderlik göstermezse işletmelerin yapacakları sınırlı olur."
Daha ne desin?
"Biz iş dünyası olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Ama lütfen dürüst ve şeffaf bir ekonomi düzeni için gerekli yasal altyapıyı oluşturun" diyor.
Bence gecenin en önemli çağrısıydı bu.
Çünkü gala yemeği ve imza töreni için Annan’ı beklerken konuştuğum birçok işadamı, sanki haberleşmişçesine aynı ortak kaygıyı ifade etti.
Bir işadamı açıkça şunu söyledi mesela: "Biz ne sınır ötesi operasyondan ne de Türkiye’nin güvenlik sorunu için atması gereken adımlardan korkuyoruz. Fakat son günlerde Türkiye’nin önde gelen şirketleriyle ilgili başlatılan karalama kampanyaları hepimizi tedirgin ediyor. Operasyondan değil operasyon ortamında bu işin bir linç kampanyasına dönüşmesinden çok endişeliyiz."
Haksız mı?
Her gün bir başka şirketle ilgili özellikle internet ortamında akla hayale gelmeyen iftira haberleri dolaştırılıyor.
LC Waikiki, GrossMarket ve Revan’a yapılan haksız saldırılar kamuoyuna yansıdı. Bir de yansımayanlar var. İnanın iftiraya uğrayan bu şirketlerin isimlerini alt alta yazsam bu köşeye sığmaz. Şirketler haklı olarak son ana kadar bu tür karalama kampanyalarına karşı gizlilik içinde mücadele etmeyi seçiyor.
Ne zaman ki bıçak kemiğe dayanıyor, hukuki ve medya mücadelesi o zaman başlıyor. Ama görüştüğüm yetkililer açıkça şunu söylüyor: "Türkiye’de şirketlerin ekonomik itibarını zedelemeye dönük karalama kampanyalarına karşı çok etkili bir yasal yaptırım yok."
Türkiye adım adım sınır ötesi operasyona gidiyor. Önümüzdeki günlerde benzer linç kampanyaları daha da artabilir. Bu yüzden başta kendisi de sanayici olan Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan olmak üzere TOBB ve TÜSİAD’ın bu işe kafa yorması gerekiyor.
Kurumların taş taş üstüne koyarak onlarca yılda inşa ettikleri "ekonomik itibarlarını" konjonktürü kullanarak birilerinin bir anda yerle bir etmesine müsaade etmemeliyiz.
Hele de Türkiye’de birçok şirket gönüllü olarak "Küresel İlkeler Sözleşmesi"ni imzalamak, yani kurumsal itibarlarını artırmak için heyecanla sıraya girmişken.
Mustafa Koç haklı: "Devlet, sağlam bir hukuki ve yargısal çerçeve ile liderlik göstermezse işletmelerin yapacakları sınırlı olacak."
Paylaş