Paylaş
Eyüp Can sözünü ettiği işinsanlarının komünist olmayacakları kanaatinde. Benim de kestirme cevabım hayır. İş adamları olsa olsa Keynezyan ya da sosyal demokrat olur. Yani toplumsal bölüşümdeki adaleti savunur. Ama kapitalist dünya ekonomisinin üstüne oturduğu ücretli emeğin ürettiği artı değerin “sömürüsüne” dayalı bir sistemi ortadan kaldırmak, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmanın meşruiyetine dayalı bir sistemi yıkmak istemez.
Böyle bir şey sermaye birikiminin temel mantığına aykırıdır. Her hangi bir işinsanının bunu savunması kendi varlık nedenini ortadan kaldırması anlamına gelir. İşinsanları filozof Marx’ı, hümanist Marx’ı sevebilir. Ancak Marx aynı zamanda eylemcidir ve devrimi savunur. Kapitalist sistemin işleyişini deşifre eder, bu işleyişin içine sinmiş olan adaletsizliği, yabancılaşmayı, meta fetişizmini anlatır.
Marx, malların kullanım değerleri ile değişim değerleri arasındaki farktan bahseder. İşçileri ayaklandırır, onları zincirlerinden kurtulmaya, yeni bir dünya düzeni kurmaya teşvik eder. Toplumu sınıflara ayırır, üstünde uzlaşılması mümkün olmayan çelişkilerden söz eder. Kendinden sonra gelenlere de ışık tutarak, dünyanın ezenler ile ezilenler diye ayrılmasına neden olur.
Mülkiyetin kutsallığı üstüne oturan meşruiyet anlayışının hegemonyasını kurmuş, adına reel sosyalizm denen sistemlerin çökmüş, Çin ve Küba komünizmlerinin müzelik olmuş, Kuzey Kore’deki sistemin despotizmle özdeşleşmiş olması insanların bir kez daha Marksizme sarılmayacakları anlamına da gelmez.
Marksizm, özellikle de analiz yeteneği çok daha artmış yeni türevleriyle yoksulluğu, açlığı, eşitsizliği ve bu eşitsizliğin korunmasını sağlayan mekanizmaları artık eskisinden de iyi anlatmakta. Üstelik Marksizm’in yeni ortaya çıkan İslamcılık, ulusalcılık gibi akımlarla entelektüel ittifak yapması da mümkün. Ayrıca küreselleşme karşıtlarının söyledikleri ile Marx’ın anlattıkları pek çok noktada örtüşmekte.
Marksizmin anlaşılamaması, önerdiklerinin benimsenememesi anlatılanların yanlışlığından değil, anlamak istememizden, var olan düzenden hepimizin bir şekilde yararlanmamızdan ya da yararlandığımızı sanmamızdan.
Bu faydacı ilişki ve sanrı devam ettiği, kapitalist sistem bize kaynak ve imkan sağladığı, yabancılaşmamızı sunduğu marka ve değerlerle bastırdığı, eşitsiz mübadele araçlarıyla artı değerin yaratılmasına ve sermaye birikimine dönüşmesine rıza göstermemizi temin ettiği, Marx’ın Kapital ve Grundrisse’de anlattığı mekanizmaları düşünmezi engellediği sürece İshak Alaton ya da bir başkasının Marx’ı hatırlamasında sakınca yok.
Sakınca kriz anlarında, hegemonya vasıtalarının düzenin müdafaasını yapamadıkları durumlarda ortaya çıkar. Marx, o andan itibaren sakallı, yaşlı, sevimli, akıllıca şeyler söyleyen bir ihtiyar olmaktan çıkar, işinsanının malı üstünde hak iddia eden bir canavara dönüşür.
Marx, işinsanı açısından köktendincilikten bile daha tehlikelidir. Şeriat, ticaret üstüne sınırlama koysa, ifratı günah saysa da, temelde özel mülkiyete karşı değildir. Sermaye birikimine ipotek koymaz. Faizi yasaklasa dahi kar payı kavramıyla aynı işleyin yerine getirilmesini sağlar.
Marx ise sermaye birikimi söz konusu olduğunda köktendincilerden çok daha köktencidir. O, bütün sistemin yıkılmasını, yeni bir düzen kurulmasını öngörür. Bu düzende ücretli emek ile sermaye piyasa mekanizması içinde bir araya gelmeyecektir. Çünkü artık sermaye olmayacak, sermaye toplumsallaşacak, üretim araçlarının sahipliğinden kaynaklanan nedenlerle “kar” edilemeyecektir.
Dedim ya işinsanı olsa olsa sosyal demokrat olur. Fakat sosyal demokrasi Türkiye’de anlamını yitirdiğinden, bu siyasi duruşu savunacak parti ya da sendika kalmadığından gıda ve petrol fiyatlarındaki artışla birlikte İshak beyin aklına Marx’ın gelmesi çok normaldir, bizlerin bu konuları yazması da. Yadırganmaması, ancak üstünde ciddiyetle düşünülmesi gerekir...
Paylaş