Flamenkonun beşiği olarak bilinen İspanya artık önderliği başka bir ülkeye kaptırmış.
Evet, Madrid’de hâlâ ‘Kumkapı misali’ turistik flamenko mekânları var, Endülüs her akşam ‘zil, şal ve raks’ diye inliyor ve fakat aşkın, acının ve öfkenin tutkulu dansı artık İspanya’dan çok Japonya’da icrayı sanat eyliyor. * * * Dedim ya ‘inanması zor’ ama şu anda Japonya’da İspanya’dan daha fazla flamenko okulu varmış. Sayı 500’ün üzerinde. Japonlar turistik flamenko ilgisini resmen ithalata dönüştürmüşler. Tıpkı Toyota’nın başlangıçta Ford’u taklit edip sonra tahtından indirmesi gibi. * * * Meğer Endülüs’ün flamenko ustaları uzun bir zamandır uluslararası festivaller düzenleyen, arka arkaya okullar açan Japonya’yı mesken tutmuş. Japonlar flamenko için deliriyormuş. Öyle ki Japonya hükümeti bu konuda ciddi altyapı ve eğitim yatırımı başlatmış. Ve sıkı durun tüm bu yatırımlar meyvesini vermeye başlamış. Çok yakında dünyanın en iyi flamenko dansçısı, gitaristi, şarkıcısı Japonya’dan çıkarsa hiç şaşırmayın. * * * İtiraf ediyorum ‘yanık tenli’ flamenkocuların yerini ‘çekik gözlü’ Japonların alması ilk başta bende ciddi bir yabancılaşma efekti yarattı. Fakat ‘flamenkonun Japonya’da yeniden doğuşunu’ Madrid’de görüp araştırınca önyargım yerini saygıya bıraktı. Evet ilk bakışta Japonya ve flamenko ‘oksimoron’ yani asla yan yana gelmeyecek bir ikili gibi duruyor. Ne yalan söyleyeyim Çingene, Arap ve Latin kültürünün karışımı olan, kıvrak ve hayli yüksek ritimli flamenkonun bir gün Japonya gibi ritimsizlikten ritim çıkarmış alabildiğine stilize bir kültürde bu kadar çok karşılık bulabileceğine asla ihtimal vermezdim. Zaten konunun uzmanları bile Japonların flamenko aşkını tam olarak anlamış değil. Ama olmuş, kapitalizmin nimetlerinden sonuna kadar yararlanan Japonlar teknolojiden sonra bir coğrafya ve kültüre ait olduğunu zannettiğimiz dans ve müziği bile önce Güney İspanya’dan Uzak Asya’ya taşımış sonra da kendisine mal etmiş. * * * Son bir haftadır Fransa’da Türkiye’yi de ilgilendiren çok önemli bir tartışma var. Sendika ve halk öfkeli. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy çıldırmış durumda çünkü Fransız devletinin % 15 hisse sahibi olduğu Renault geçen hafta yeni modeli Clio 4’ü Fransa yerine Türkiye’de üretebileceğini açıkladı. Ve kıyamet koptu. Almanya’nın geçen yıl üretim üssünü daha ucuz ülkelere taşıyacağını açıklayan Nokia’ya verdiği ‘karavan kapitalizmi’ tepkisinin bir benzerini Fransa Renault’ya verdi. * * * Ben bu satırları yazarken Sarkozy ile Renault CEO’su Carlos Ghosn’un kritik görüşmesi tamamlanmamıştı. Açıkçası benim açımdan bu toplantıdan çıkacak sonuç çok önemli değil. Sarkozy en fazla sendikaların baskısını hafifletmek için Renault CEO’sundan üretim üssünü daha rekabetçi olduğu için Bursa’ya taşıma işini zamana yaymasını isteyecek. Ne kadar kızsa, Fransa’nın sembolü gibi gördüğü Renault’yu ‘karavan kapitalizmi’ yapmakla suçlasa da akıntıya kürek çekemez. Çünkü artık globalleşen dünyada bırakın malların, sanayinin, hizmet sektörünün serbest dolaşımını bir kültüre ve coğrafyaya ait olduğunu zannettiğimiz flamenko bile kıtalararası seyahat ediyor. Sırtını ‘rekabet gücü’ gibi sihirli bir duvara dayayan ‘karavan kapitalizmi’ her türlü suçlamaya rağmen Japon flamenkosu eşliğinde Sarkozy ve onun gibi düşünenlere meydan okuyor. * * * Henüz ‘yaratıcı kapitalizm’ aşamasına geçememiş olsa da ‘karavan kapitalizmi’ devletçi ekonomileri temelinden sarstı. Şu aşamada Türkiye gibi ülkelerin lehine olan bu durum bir gün bizim de aleyhimize işleyecek. Hatırlayın daha geçen yıl birçok Türk şirketi daha ucuz bulduğu için tekstil fabrikalarını Mısır’a taşımıştı. Ölümü uzatmak çare değil, ya hastalıklı sektörleri rekabetçi bir anlayışla yeniden üreteceğiz ya da bugün sevinç çığlıkları ile karşıladığımız ‘karavan kapitalizmi’ne yarın bizler teslim olacağız. Tıpkı aşk, acı ve öfkenin müziği flamenko gibi...