Paylaş
Öğle yemeği sonrası önümüzde değerlendirilmeyi bekleyen binin üzerinde şirket.
Herkes "Türkiye’nin en hızlı büyüyen şirketlerini yüzlerce müracaat arasından iki saat içinde nasıl seçeriz?" dercesine birbirine bakıyor.
Bir ara Hüsnü Özyeğin önündeki klasörlerin hacmini görünce dayanamayıp, bana ve Vuslat Sabancı Doğan’a dönerek; "Bizi bu kadar çalıştıracağınıza göre herhalde akşam yemeğini de hazır etmişsinizdir!" dedi.
Vuslat Hanım gayet nazik bir ev sahibesi olarak karşılık verdi: "Aman efendim tek sorun yemek olsun, hemen hazırlatırız."
Ben her zaman ki muzipliğimle, "şu sıralar iş dünyasıyla hangi toplantıya katılırsam katılayım, ‘kaçınılmaz gizli gündem maddesi’ olarak karşımıza Çankaya seçimi çıkıyor" deyip, şu espriyi yaptım: "Hiç merak etmeyin yüzlerce müracaat arasından Türkiye’nin hızlı şirketlerini seçmemiz, mayısta Türkiye’ye Cumhurbaşkanı seçmemizden daha kolay olacak!"
İstisnasız herkes kahkahayı bastı!
Gerçi Cengiz Çandar her zaman ki muhalif tutumuyla "iyi de Cumhurbaşkanlığı için henüz kimin aday olduğu bile belli değil" diyerek uyarısını yaptı ama Tayyip Erdoğan ve eşinin başörtüsü üzerinden yürüyen Çankaya tartışmasını gündemden düşüremedi.
Şaka bir yana Çankaya’ya kimin çıkacağı Türkiye’yi her geçen gün daha fazla geriyor. İş dünyası bu tartışmada açıktan taraf olmak istemiyor. Zaten TOBB da TÜSİAD da bu güne kadar taraf olmak yerine gerilimi azaltmaya dönük açıklamalar yaptı.
Dün Rifat Beyle de, Ömer Bey'le de konuştum. İkisi de çok açık biçimde "bu mesele hukuk, demokrasi ve toplumsal konsensüs ile çözülmeli" diyor.
Gerçi yaklaşımlarında nüans farkları var ama her ikisi de hem bu tartışmanın türbana indirgenmesinden rahatsız hem de TÜSİAD ve TOBB’un hayli politize edilmiş bir tartışmanın içine çekilmesine karşı.
Dolayısıyla Çankaya tartışmasında iş dünyasından medet uman siyasetçilere buradan ekmek yok.
Zaten bence özellikle CHP lideri Deniz Baykal, hem bu meseleyi fazlasıyla Emine Hanım’ın türbanına indirgeyerek, hem de iş dünyasını fazlasıyla politize olmuş ve habire gerilim yaratan bir konuda yanına çekmeye çalışarak baştan iki büyük yanlışa imza attı.
Çünkü iş dünyası gerilim değil istikrar ister ve her zaman onu satın alır.
Türban ise Cumhurbaşkanlığı seçiminde olsa olsa sembolik bir anlam taşır. Haklı olarak "madem öyle bu kavganın sebebi ne diyebilirsiniz?"
Zaten bence asıl soru bu ve iktidarı muhalefetiyle asıl tartışmamız gereken bu sorunun cevabı.
Lafı hiç eğip bükmeye gerek yok. Erdoğan eşinin başörtüsüyle başbakan olduğuna göre pek tabi Cumhurbaşkanı da olur.
Bence hukuk içinde kalmak kaydıyla bu soru gayet meşru bir soru ve bu soruyu herkesten çok Başbakan Erdoğan’ ın kendisine sorması gerekiyor.
Çünkü bugün Referans’ın manşetine taşıdığımız "vekil bürokratlar tablosu" Çankaya kavgasının esas sebebini çok açık bir biçimde gözler önüne seriyor.
Tekrar ediyorum türban aysbergin görünen yüzü. Gerilime sebep olan asıl kütle aşağıda yani bürokraside.
Türkiye’de kaymakamdan valiye, rektörden büyükelçiye, genel müdürden müsteşara, YÖK’ten RTÜK’e, SPK’dan Merkez Bankası’na tüm üst düzey bürokrasi Cumhurbaşkanı’nın onayı ile atanıyor.
Elbette her siyasi parti siyasi teamülleri bozmadan çalışmak istediği bürokratları seçer. Fakat genel kanaat şu: AK Parti iktidarında bürokrasi yoğun bir biçimde teamül dışı kademe atlamaları ile karşı karşıya kaldı ve liyakat yerine "kendisinden olan ve olmayan" ayrımı yapıldı.
Gerçekten böyle mi değil mi tartışılır! Fakat tartışılamayacak bir gerçek var o da şu:
Sezer 6.5 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde çok kritik noktalar için Bakanlar Kurulu kararı ile önüne gelen 20 adet atamayı iade etmiş.
Bunlardan tam 17’si AK Parti döneminde.
Önceki dönem "en kritik atama" olarak kabul edilen Bakanlar Kurulu kararlarından sadece 3’ünü iade etmiş. Yani Sezer , bürokraside en kritik yerlere yapılacak atamaların yüzde 85’ini AK Parti iktidarında iade etmiş.
Peki Sezer ’in bu engelini AK Parti nasıl aşmış?
AK Parti, gerek üçlü kararname gerekse Bakanlar Kurulu kararı ile yapmak istediği atamaları veto edilince, "vekil bürokrat" dönemini başlatmış.
Üçlü kararname ile yapılan atamalarda ise AK Parti hükümeti döneminde iade edilen kararname sayısı 445. Buna karşılık sadece Tarım Bakanlığı’nda AK Parti’nin vekaleten atadığı bürokrat sayısı 157.
Düşünebiliyor musunuz Türk bürokrasinin en önemli kurumları yıllarca vekaleten yönetiliyor. Halen Emniyet Genel Müdürlüğü, TRT, Gelir İdaresi Başkanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, SPK Başkanlığı, BOTAŞ ve TEİAŞ gibi tam listesini manşet haberimizde göreceğini kritik kurumlar vekaleten yönetiliyor.
DYP’nin yaptığı bir araştırmayan göre 1 Aralık 2002 ile 25 Eylül 2006 tarihleri arasında kamuda toplam 671 vekaleten atama yapılmış.
Referans Ankara’nın deneyimli haber merkezi de yaptığı haber araştırmada benzer verilere ulaştı. Hatırlarsanız Sezer , Merkez Bankası Başkanı’nın atamasında AK Parti hükümetini epey uğraştırmıştı. Ali Babacan’ın 3 önerisini de reddetmiş ve sonunda Durmuş Yılmaz’ı onaylamıştı. En son Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı için hükümetin önerdiği Necati Şahin’i veto etti.
Ben tüm bu atama krizlerinde Sezer ya da Erdoğan haklı tartışmasına girmiyorum.
Çünkü her atamanın kendi kontekstinde analiz edilmesi gerekiyor.
Fakat tüm bu veriler ışığında türbana indirgenen "Erdoğan Çankaya’ya neden çıkmak istiyor?" sorusunun cevabını yeniden düşünmemiz gerekiyor diyorum.
Benim için cevap çok açık: Erdoğan Çankaya’ya "vekil bürokrat" dahası "topal iktidar" dönemine son vermek için çıkmak istiyor.
Paylaş