Sayın Başbakanımız geçen hafta İstanbul’un trafiğine çözüm olarak plaka sınırlandırmasını önerdi. Önerisini söylerken de, "şimşekleri üzerime çekeceğimi biliyorum" dedi.
Aynen de dediği oldu. Nerede ise tüm köşe yazarları ve ilgililer, bu fikri doğal olarak benimsemedi. Haklılar da. İnsanların satın alma ve seyahat özgürlüğü kısıtlanamaz, daha da önemlisi yasaklanamaz. Ancak konu siyasi bir boyuta taşındı. Fikir sadece eleştirildi. Esas olan eleştirinin çözümünü de ortaya koymak olmalı idi. Bir hafta manşette kalan konunun çözümü ile ilgili, ciddi ve amacına ulaşacak bir fikir oluşmadı.
1970’LERDE 5 SAAT KUYRUK VARDI
İstanbul’da doğmuş ve 33 yıldır otomobil kullanan bir sürücü olarak, "İstanbul’da trafik sorunu yok" diyorum, "var" diyorsanız, siz 1970’lerde bu şehirde yaşamamışsınız. Gerçek İstanbullular çok iyi bilirler; Boğaz Köprüsü henüz yokken ve şehrin nüfusu 3-4 milyon civarında iken aracınızla Kabataş’tan, Üsküdar’a geçmek için 5 saat kuyrukta beklenirdi. Dönüş de aynen öyleydi. "Köprü yapılmasın, savaşta hedef olur, 3 şerit gereksiz, 2 şerit yeter" tartışmalarının yaşandığı günleri hatırlamakta fayda var.
Şehir içinde her zaman trafik sıkışıklığı vardı. Köşe yazarlarımız hatırlar, o yıllarda Babali Yokuşu’nun üst kavşağında polis (hatırşinaz) yönlendirirdi trafiği, yolun ortasındaki kulesinden. Trafik Sirkeci’den başlardı. Park etmek için Yeşildirek’ten Sultanahmet’e kadar yer arardık.
Unkapanı, Şişhane, İstiklal Caddesi, Tepebaşı, Kasımpaşa ve Pangaltı’da trafik hep sıkışıktı. Kısaca Topkapı, Mecidiyeköy ve Fenerbahçe’yi içine alan bir daireydi güzel İstanbul.
İSTANBUL AVRUPA ŞEHRİ GİBİYDİ
Eski İstanbul’un yollarında bugünkü gibi 40 ayrı marka araç da yoktu. Ancak o yıllarda, İstanbul’da dolmuş veya taksi şoförü olmak ayrı bir meziyetti. Duraktan taksiye bineceğiniz zaman şoför kapı açar, siz de Amerikan’ın yayla gibi arka koltuğuna kurulurdunuz. Sürücüler daha saygılı, daha yardımseverdiler. Özel araç sürücüleri, yolda bekleyenleri gideceği yere kadar alırlar, karşılık beklemezlerdi. Canım İstanbul’um özendiğimiz Avrupa’nın bir şehri gibiydi.
1980’li yıllarda İstanbul’a başlayan göç, bugün trafikte yaşadığımız yer kapmacı ruhu da beraberinde getirdi. Hızla artan nüfus ve buna bağlı olarak plansız yerleşim, kısa bir sürede şehrin sınırlarının 100 kilometre mesafeye çıkmasına neden oldu. Yönetimlerin de çeşitli nedenlerden dolayı bu düzensiz gelişmeye göz yumması, şehir içinde ve çevresinde yeni yolların yapımını pahalı veya imkansız bir hale getirdi.
CAYDIRICI CEZALARLA KÜLTÜR OLUŞMUŞ
İleri ülkeler yaklaşık bir asırdan bu yana otomobili günlük yaşamlarında kullanmaktalar. Bununla beraber toplu taşımayı göz ardı etmemişler; metrolar, geniş yollar ve otoparklar inşa etmişler. İleriyi görmüşler. Trafik kültürü oluşturmuşlar, caydırıcı cezalarla yasaların ihlal edilmesini önlemişler. Hem de trafikteki araç sayısı bizdekinden üç kat fazla olduğu halde.
Tüm bu yerleşik düzen içinde bile Londra, Paris, Roma kısaca nüfusun kalabalık olduğu şehirlere sabah ve akşam trafiği aynı bizdeki gibi. Bir yerden bir yere ulaşmanın zamanı var. Toplu taşıma araçlarını kullanmıyorsan bu çileyi çekersin demeye geliyor. Dahası zorluyorlar. Bununla birlikte halen trafikteki araç sayısını azaltmak için önlemler düşünüyorlar bizim gibi. Ancak büyük bir anlayış farkı ile. Çevre ve insan sağlığı...
EMİSYONDAN HABERİMİZ YOK
Kişi başı otomobil sayısı bizden çok fazla, hal böyle olunca ortaya inanılmaz bir emisyon problemi çıkıyor. Biz, emisyonun yarattığı tehlikenin varlığından bile bir haberiz. Avrupa’da Dizel araç hatta Hibrit araçların kullanımına teşvik ediyorlar. Bizde ise dizel araçların havayı kirlettiği gibi yanlış bir düşünce var. Aslında benzinli araçlar çok daha fazla kurşun emisyonu üretiyor. Birleşmiş Milletler emisyonun azaltılması için uluslararası çalışmalar yapmaktadır. Bizde şimdiden önlem almasak büyük bir problem daha oluşmaya başlıyor demektir.
Bizde durum nasıl; taksilerin gün içinde hareket halinde müşteri araması, Taksim, Maslak arası otobüslerin adeta tren gibi duraklarda yolu tıkaması, park etmenin aracı terk etmek anlamına gelmesi, sık sık şerit değiştirmek, güvenlik şeridini ve hız limitlerini aşmanın yasa ihlali olarak görülmemesi, yayaların her yeri yaya geçidi olarak kullanması, trafik polisinin kısıtlı imkanları, özel araçlarımızla tek başımıza işe gidip gelmemiz, daha bir çok konuda sabırsız, saygısız davranışlar, yanlış kavşaklar ve yol yapımı işte trafik sıkışıklığının nedenleri. Bazı köşe yazarlarımız sadece kendilerini ilgilendiren bir durum olduğunda trafik konusunu ele alıyor. Halbuki trafik, ulusal bir güvenlik konusudur.
3 yılda 20 bin kişiye sürüş eğitimi veren bir tesisin kurucusu olarak izlenimim, biz otomobili tanımıyoruz trafiğin hayatımızı nasıl olumsuz etkilediğinin farkında değiliz. Tüm bunlar bir problemdir ve üzerine gidilirse çözümü kolaydır. İşte bu nedenlerden dolayı trafik sorunu yoktur, daha doğrusu henüz başlamamıştır.