TURNUVANIN başından beri aradığımız ruhu dün yakaladık. Ama bu kez de basketbol tanrısını yanımıza alamadık. Eğer İbrahim’in son saniyede attığı üçlük girse, şimdi "eve dönüş" yerine belki de çeyrek finale çıkmanın hesaplarını yapıyor olacaktık. Ama kısmet bu kadarmış.
İspanya’ya geldiğimiz günden beri iyi savunma yapıyor ama hücum etmeyi beceremiyorduk. Dün İtalya karşısında iyi savunmamıza iyi hücumu da ekledik. "Peki neden kazanamadık?" derseniz, "Bu turnuvadaki hastalığımız olan faul atma problemi" diyeceğim. Dün 29’da 16 atabildiğimiz faul yüzdesini biraz yukarı çekebilsek, maçı elimizi-kolumuzu sallaya sallaya alırdık. İtalya maçına kadar kötü giden her yönümüzü düzeltmiştik. Dış atış yüzdemizi artırırken, ribauntlarda da İtalyanlara belirgin bir üstünlük sağladık. Alma noktasına kadar getirdiğimiz maçı kendi ellerimizle rakibe teslim etmemizin faul atışları dışındaki bir başka nedeniyse, şimdiye kadar hiç yapmadığımız 14 top kaybıydı.
Hidayet yalnız kaldı
Tüm bu olumsuzluklara karşın maçı kazanabilirdik. Çünkü gerçekten savaştık. Savunmada herkes yüreğini ortaya koyup mücadele etti. Belli ki, kırılan onurlarımızı kurtarmak istiyorlardı. Hücumda da özellikle ilk yarıda mükemmel bir yüzdeyle oynadık. Takımın dünkü saha içi lideri hiç tartışmasız Hidayet Türkoğlu idi. Gerçek bir süperstar gibi sorumluluk aldı, sayı attı ve attırdı. Eğer Mehmet Okur ve İbrahim Kutluay skorda biraz ona katılabilseler, şimdi çok farklı yerlerde olurduk.
İlk kez takım olarak mücadele ettiğimiz maçta üçüncü periyotta yaşadığımız 14-0’lık krizi de çabuk atlattık. İnançla maça asılıp kazanma noktasına da getirdik. Ancak, o son üçlük girmeyince uzatmada talihimize küsüp minik minik hatalar yaparak maçı ellerimizle rakibe teslim ettik. Ve Avrupa Şampiyonası’na bir maç kala veda ettik. Şimdi yapılacak iş, yaptığımız hataları iyi saptayıp, bir an önce toparlanmak. Gördük ki, istediğimizde ve inandığımızda kapasitemiz yüksek. Ama bu mücadeleyi tüm turnuvaya yaymak, hatta maç içindeki iniş çıkışları da en alt düzeye indirmek şart.