Bizet’nin
‘İnci Avcıları’ çalıyordu.
Hiç de öyle yeniçerileri düşünecek saatte değildim.
Demek ki saat ayarım yanlışmış.
Davetiyeye baktığım anda, bugüne kadar üzerinde hiç düşünmediğim bir insanın derinlerine girmeye başladım.
Yeniçerilerin.
Yani Türk samuraylarının...
* * *
Bugünlerde varoş yangınları geçiren Paris’in Champs Elysee Bulvarı üzerinde 10 Kasım günü bir sergi açılıyor.
Serginin adı
‘Yeniçeriler.’
Sergiyi açan kişi,
Arşo Kasbaryan isimli, İstanbul’da doğmuş, hep orada yaşamış bir Ermeni sanatçı.
Sergiye
‘Vehbi Koç Vakfı’ ve
Beko şirketi destek veriyor.
Kasbaryan, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdikten sonra Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki minyatürlü yazmalar üzerine çalışmış.
Lisans tezi,
‘122 No’lu yazma...’
Sonra kendi atölyesinde resim ve heykel çalışmalarına başlamış.
Şimdi çok farklı biçimde yorumladığı yeniçeri heykellerini Paris’te sergileyecek.
Hem de bir zamanlar her gün ASALA terörü tehdidi altında yaşayan Türk Kültür ve Enformasyon Bürosu’nda.
Arşo Kasbaryan, yeniçeriler için şu tabiri kullanıyor:
‘Programlanmış ölüm robotları. Tarihin her döneminde karşımıza çıkan, savaşçı adı altında programlanmış kişi. Ölüm ve yaşam arasında gidip gelen beyinler veya beyinsizler.’
Bir yeniçeri sadece bu mudur?
Son yıllarda samuraylar üzerine okuduğum kitaplardan sonra,
‘savaşçı ruhlar’ hakkındaki düşüncelerim değişmeye başladı.
* * *
‘Savaşçılık’, terkibi gaddarlık ile öldürme duygusundan ibaret basit bir ruh değildir.
Kasbaryan da benim gibi düşünüyormuş.
‘Betimlemek istediğim olay, o heybetli duruşların içinde yaşayan gizli naif kişilikler. Her şeye rağmen, yeniçeri savaşçısının korku veren kişiliği dışında, günlük yaşamındaki naifliğini anlatmak istedim.’
* * *
Bizet’nin
‘İnci Avcıları’ çalmaya devam ediyordu.
Erkek sesi, bu parçada, cinsiyetinin en derin hallerinden birine bürünür.
Zırhını çıkaran, silahlarını divanın üzerine bırakan bir savaşçı gibi, cinsiyetinden soyunur.
Karşınızdaki çıplak ruh artık erkek değildir.
Kadın da değildir.
Üçüncü cins ise hiç değil.
O çıplak ruh, insanın ta kendisidir.
Yani zırhsız, silahsız bir erkeğin insanlık hali.
Karşıma
Kasbaryan’ın çamurdan yapılmış yeniçerilerini koydum.
Onların yanına da çırılçıplak yeniçeri desenlerini.
‘İnci Avcıları’ bugüne kadar hiç bu kadar etkileyici gelmemişti.
* * *
O an fark ettim ki, yeniçeri, tarihimizin en ihmal edilmiş insanıdır.
Kafamızda,
‘kazan kaldırmaktan’ başka özel hiçbir yer talep etmemiş.
Biz de sormamışız.
Binlerce kilometre uzaklıktaki samurayı anlamak için harcadığımız zihni çabanın binde birini ondan esirgemişiz.
* * *
Kimdir yeniçeri? Nedir bu ruh?
Programlanmış bir robotluk mu, yoksa devşirilmiş bir yalnızlık mı.
İnanma hakkı bile tanınmamış bir keşişlik.
Veya köksüz bir samuraylık.
Annesiz, babasız, öksüz, yetim, ezeli bir ölüm bekleyişi.
Programlanmış bir ölüm makinesi. Robot.
Bu kadar büyük bir hüznü, böylesine küçük bir tarife sığdırmak mümkün değil.
Basit çipler, dijital programlar, softwareler, bu iğdiş edilmiş ruhun derinindeki yalnızlığı açıklayamaz.
Açıklayamamalı da.
Silahlarını masanın üzerine bırakmış çıplak bir Anadolu samurayı,
‘İnci Avcıları’nı
söyleyen o ses kadar derin ve hayret verici bir insan.
Galiba onu keşfetme zamanı geldi...