GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasını televizyondan seyrederken, kendi kendime şu tehlikeli sözleri mırıldanmaya başladım.
"Artık Türkleri, hepimizi, bazı senaryolara hazırlamaya başlamanın zamanı geldi."
Hangi senaryolara?
Şimdi çoğunuza çok tehlikeli gelebilecek bazı şeyler söyleyeceğim.
Bu yazının ne anlama geldiği belki bugün değil, ama ilerde çok daha iyi anlaşılacak.
* * *
Hafta sonunda Paris’te Alain Minc’in yeni kitabını aldım ve bir solukta okudum.
Alain Minc, Fransa’nın en tartışmalı isimlerinden biri.
Yeni kitabının adı "Dünyayı Sarsan 10 Gün".
Gençlik yıllarımızda çoğumuzu etkilemiş olan John Reed’in efsane haline gelmiş kitabıyla aynı ismi taşıyor.
Minc, önümüzdeki 10-15 yılda dünyayı sarsabilecek 10 senaryo üretmiş.
Ve bu senaryolardan hareketle dünyada doğabilecek gelişmeleri anlatmış.
"Rusya’nın enerji devi Gazprom, Fransa’nın en büyük petrol dağıtım şirketi Total’ı alıyor."
"Çin Tayvan’ı işgal ediyor."
"Google New York Times’ı satın almak için 1 dolarlık teklif veriyor."
"İsrail, İran’ın nükleer tesislerini vuruyor."
"1 Euro, 2.5 dolar oluyor."
* * *
Bu senaryolardan bir tanesi çok ilgimi çekti.
"İskoçya bağımsızlığını ilan ediyor."
İskoçya’da referandum yapılmasına karar veriliyor.
Herkes biliyor ki, bağımsızlık "İngiliz vatandaşlığını kaybetmek, gelirin ve refahın düşmesi, büyük bir ülkeye adiyet yerine, mikro milliyetçiliğe teslim olmak" anlamına geliyor.
Ama bunları bilmek bir şeyi değiştirmiyor.
Halkın yüzde 59’u bağımsızlığa "Evet" oyu kullanıyor.
Tabii bu olayın bir de İngiltere tarafı var.
Üzerinde güneş batmayan bir imparatorluktan, bir adanın yarısına indirgenmek.
Tabiatıyla, yönetimi çok güç bir gurur incinmesine yol açıyor.
Alain Minc, bu senaryoyu anlattıktan sonra, perspektifini genişletiyor ve bu gelişmenin Avrupa Birliği’nin öteki coğrafyasına nasıl yansıyacağına bakıyor.
İspanya’da Katalanlar, Belçika’da Flamanlar ve Valonlar, Kuzey İtalya ve öteki ülkeler.
Avrupa Birliği idealine en çok sahip çıkanların başında Katalanlar var, İskoçlar İngilizlere göre çok daha az anti-Avrupacı. Çünkü bu toplumlar, bağlı oldukları devleti aşmanın yolunu AB’ye ulaşmakta görüyor, diyor.
"Eğer AB, Almanya ile Malta’yı, Fransa ile Kıbrıs’ı, Polonya ile Estonya’yı neredeyse eşit konuma getiriyorsa" bunun mikro oluşumları teşvik etmesi kaçınılmazdır.
Yani, Avrupa Birliği, kurucu babalarının hayal ettiği federal bir birliği sağlamaktan çok, mevcut üyelerinin parçalanmasına yol açacaktır.
Alain Minc’e göre, bu gelişmeden sadece iki ülke kendini koruyabilecektir.
Almanya ve Fransa.
* * *
Görüyorsunuz, bu yazıda Türkiye’nin adı hiç geçmiyor.
Ama yazıdaki hayalet, belki de herkesten çok, Türkiye’nin üzerinde dolaşıyor.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, daha önce Hilmi Özkök’ün ortaya attığı tezi, önceki gün, Silahlı Kuvvetleri’nin bütün eski büyük isimlerinin önünde tekrarladı.
Atatürk’ün yaptığı "Türkiye halkı" tarifine yeni bir açılım getirdi.
Önümüzdeki soru şudur:
Bu gelişme perspektifi içinde üniter yapımızı nasıl koruyacağız?
Daha da katı bir soru.
Üniter yapıyı korumak mümkün müdür?
Biliyorum, çok provokatif ve çok tehlikeli bir soru.
Ama unutmayalım.
Her soru bir ihtimaldir ve üzerinde düşünülmesi gerekir.
Dünyanın ve Avrupa Birliği’nin istikameti belli.
Elbette "üniter devlet" tezimizi desteklemeye devam edeceğiz.
Ama bilelim ki, bu yürüyüşte, her şey devletlerin, milletlerin istediği doğrultuda olmuyor.
O nedenle, hayal bile olsa, ütopya bile olsa, alternatif senaryoları konuşmak ve milletlerin psikolojisini buna hazırlamak gerekir, diyorum.
Senaryosuz toplumlar, gerçeğin kitlesel ağırlığı altında ezilip giderler.
(*) Alain Minc; "Dix jours qui ebranleront le monde", Grasset, 2009